3 Ocak 2011 Pazartesi

Kürk Mantolu Madonna

Roman iki bölümden oluşuyor.Birinci bölümde Raif Efendi ve ailesini tanıyoruz.(Raif Efendi'nin iş arkadaşı tarafından anlatılıyor.Romanda adı geçmiyor.)İkinci bölümde ise romanın anlatıcısının Raif Efendi'nin siyah kaplı bir deftere yazdıklarını anlatmasıyla başlıyor.Raif Efendi ve Maria Puder'in aşkı konu ediliyor.
Roman bir başucu kitabı olmayı fazlasıyla hak ediyor. İnsan tahlili ,betimlemeler, karşılaştırmalar, sorgulamalar , keşkeler, pişmanlıklar , geçmiş yanılgıları, yaşanmışlıklar,tereddüt, beklentiler ,korku , yalnızlık ve aşk...kendimi romanın içinde hissettim;  yaşadım .Sıradan görünen ,düzenin sildiği insanların içinde ne fırtınalar kopabileceği önyargılı olmamamız gerektiğini anlıyorum .Çevremdeki insanları daha dikkatli inceliyorum.Kimbilir insanların içinde ne yaşanmışlıklar var, ne fırtınalar kopuyor.Romanı okurken siz de sanki içine dahil oluyorsunuz.Raif Efendi'ye bi yandan kızıyorsunuz bi yandan da ona yardım etmek istiyorsunuz.Boğazınızda koca bir düğüm oluşuyor,boşlukta hissediyorsunuz kendinizi.Birden roman bitiveriyor.Ama Raif Efendi'nin arkadaşının dediği gibi “İçimde onu kaybetmiş gibi değil,asıl şimdi bulmuş gibi bir his vardı.O bu dünyadan ayrılırken ,benim hayatıma,başka hiçbir insana nasip olmayacak kadar canlı bir şekilde giriyordu”.Siz de böyle hissediyorsunuz.
Benim gibi okuduğu kitabı tekrar okumayı sevmeyen biri bile tekrar tekrar okuyabiliyormuş.Erkek bir yazarın bir bayan karakterinin gözünden aşkını,güvensizliğini,hayata bakışını bu kadar hissiyatla nasıl şekillendirdiğine şaşırıyorsunuz.Romanı hep başucunuzda tutup herşeyden sıkıldığınızda ,günibirlik sevgileri gördüğünüzde, hayattaki tüm sahteliklere inat altı çizili cümleleri defalarca okuyabiliyorsunuz.
I.BÖLÜM:
Romanın anlatıcısı işinden bilmediği bir nedenden dolayı çıkartılmıştırUzun süre işsizdir..Eskiden tanıdığı Hamdi adındaki arkadaşına rastlar.Hamdi nufuz sahibi biri olmuştur.İşinden ayrıldığını öğrenince O'na bir iş ayarlar.Böylece romanın anlatıcısı yeni işyerinde Raif Efendi ile iş arkadaşı olmuştur.Raif Efendi kendi halinde ,çevresindekilerle hiç ilgilenmeyen,kimsenin önemsemediği,dikkatini çekmediği,kendi deyimiyle “hayatta en güvendiği insana duyduğu kırgınlık adeta bütün insanlara dağılan”, evden işe işten eve gidip gelen,ailesinin kalabalık olduğundan fazlası bilinmeyen ,sık sık rahatsızlanan,diğer memurların hımbıl olarak tanımladığı,sadece önüne gelen çevirileri yapan bir memurdur.Bu özelliklerinden dolayı lisan bildiğine bile şüpheli olarak bakılır.Heryere para savuran şirket bi onun maaşını artırmaz.Üstlerinin her türlü bağırışlarına hiç ses çıkarmaz.Yine böyle bir günde sadece bişeyler karalar.Raif Efendi'nin birkaç çizgi ile ortaya koyduğu bağıran patronu Hamdi'dir.Resim öyle ustaca çizilmiştir ki romanın anlatıcısı “sanki on senelik arkadaşımı ilk defa bugün sahiden tanıyordum”şeklinde anlatır.Raif Efendi'yi anlatan kahraman bu durumu şöyle anlatır :

şimdi onun sarsılmaz sukunetini, insanlar ile münasebetlerindeki garip çekingenliğini gayet iyi anlıyordum. etrafını bu kadar iyi tanıyan, karşısındakinin ta içini bu kadar keskin ve açık gören bir insanın heyecanlanmasına ve herhangi bir kimseye kızmasına imkan var mıydı?böyle bir adam, önünde bütün küçüklüğü ile çırpınan birine karşı taş gibi durmaktan başka ne yapabilirdi? bütün teesürlerimiz, inkisarlarımız, hiddetlerimiz, karşımıza çıkan hadiselerin anlaşılmadık, beklenmedik taraflarınadır. her şeye hazır bulunan ve kimden ne geleceğini bilen bir insanı sarsmak mümkün müdür?”

Bu olaydan sonra Romanın anlatıcısı Raif Efendi'den tam sıkılmaya başlamışken Raif Efendi tekrar O'nda merak uyandırmaya başlamıştır.Sürekli O'nu inceler.Raif Efendi'nin içinde bulunduğu bu durumunun nedenini bilmek ister.Hasta olduğunda sık sık O'nu ziyarete gider.
Evdekilerinde işyerindeki diğer memurlardan farkı yoktur.Raif Efendi de ailesinden kopuktur.

"insanlar birbirinin maddi yardımlarına ve paralarına değil, sevgilerine ve alakalarına muhtaçtırlar..bu olmadıktan sonra, aile sahibi olmanın hakiki ismi "bir takım yabancılar beslemek tir.."

Sadece kızı Necla bazen bunun altında eziliyordur.Raif Efendi'yi anlatan karaktere göre bu “insanların ara sıra nefes almak için yaptığı hamlelere” benzetiliyor.Diğer memurlar gibi önyargılı olmamak gerektiğini anlıyor.

Hala daha birşey konuşmamıştık. Fakat artık buna hayret etmiyordum. Onun sessiz sedasız yaşayışı, tahammül edişi, insanların zaaflarına merhametle ve edepsizliklerine eğlenerek bakışı kafi bir irade değil miydi? Beraber yürüdüğümüz zamanlar yanımda gidenin bir insan olduğunu bütün kuvvetimle hissetmiyor muydum? “

Bu sıralarda insanların birbirlerini aramaları bulmaları ve birbirlerinin içini seyretmeleri için konuşmanın neden muhakkak surette lazım olmadığını, neden bazı şairlerin boyuna, tabiatın güzelliği karşısında yanlarında konuşmadan gidecek birini aradıklarını anladım.

Yanımda ağzını açmadan yürüyen, karşımda ses çıkarmadan çalışan bu adamdan, ne öğrendiğimi iyice bilmediğim halde, bana senelerce ders veren birinden öğrenebileceğimden çok daha fazla şeyler öğrendiğime emindim. ”

Raif Efendi'yi anlatan karakter romanın başında düzenin sildiği insanlara karşı önyargılı olmamamız ,bilakis onları anlamaya çalışmamız gerektiğini vurguluyor.ve bu düşüncesini şu cümlelerle açıklıyor.

"...böyle kimseleri gördüğümüz zaman çok kere kendi kendimize sorarız : 'acaba bunlar neden yaşıyorlar? yaşamakta ne buluyorlar? hangi mantık, hangi hikmet bunların yeryüzünde dolaşıp nefes almalarını emrediyor?' fakat bunu düşünürken yalnız o adamların dışlarına bakarız; onların da birer kafaları, bunun içinde, isteseler de istemeseler de işlemeye mahkum birer dimağları bulunduğunu, bunun neticesi olarak kendilerine göre bir iç alemleri olacağını hiç aklımıza getirmeyiz. bu alemin tezahürlerini dışarı vermediklerine bakıp onların manen yaşamadıklarına hükmedecek yerde, en basit bir beşer tecessüsü ile, bu meçhul alemi merak etsek, belki hiç ummadığımız şeyler görmemiz, beklemediğimiz zenginliklerle karşılaşmamız mümkün olur. fakat insanlar nedense daha ziyade ne bulacaklarını tahmin ettikleri şeyleri araştırmayı tercih ediyorlar.”

"dibinde bir ejderhanın yaşadığı bilinen bir kuyuya inecek bir kahraman bulmak, muhakkak ki, dibinde ne olduğu hiç bilinmeyen bir kuyuya inmek cesaretini gösterecek
bir insan bulmaktan daha kolaydır."

İnsanlar birbirlerini ne kadar iyi anlıyorlardı.... Bir de ben bu halimle kalkıp başka bir insanın kafasının içini tahlil etmek, onun düz veya karışık ruhunu görmek istiyordum. Dünyanın en basit, en zavallı, hatta en ahmak adamı bile,insanı hayretten hayrete düşürecek ne müthiş ve karışık bir ruha maliktir!.. Niçin bunu anlamaktan bu kadar kaçıyor ve insan dedikleri mahluku anlaşılması ve hakkında hüküm verilmesi en kolay şeylerden biri zannediyoruz? Niçin ilk defa gördüğümüz bir peynirin evsafı hakkında söz söylemekten kaçındığımız halde ilk rast geldigimiz insan hakkinda son kararımızı verip gönül rahatlığıyla öteye geçiveriyoruz?”

"...başkasına merhamet etmek, ondan daha kuvvetli olduğunu zannetmektir ki, ne kendimizi bu kadar büyük, ne de başkalarını bizden daha zavallı görmeye hakkımız yoktur..."

Raif Efendi'nin yine sık sık rahatsızlandığı günlerden birinde iş arkadaşı yine evine gider.Bu sefer Raif Efendi'nin durumu ağırdır.İş arkadaşından tüm eşyalarını getirmesini ister.Raif Efendi eşyaların arasında bulunan siyah kaplı defteri gözünün önünde yakmasını ister.

Raif Efendi'nin defterini ellerimle yok etmek,benim için imkansızdı”

..insanlara kendinden hiçbir şey bırakmak istemeyen ve yalnızlığını,ölüme giderken bile beraber alan bu adama karşı içimde nihayetsiz bir merhamet ve O'nun mukadderatına karşı nihayetsiz bir alaka ulaştı.”

Arkadaşının tüm ısrarlarına karşı gelemeyerek “Oku,göreceksin!” diyerek defteri okumasına izin verir.

II.BÖLÜM : Defter gençlik yıllarını,babası tarafından mis sabunculuğunu öğrenmek için Almanya'ya gönderildiğini,birgün bir sanat galerisindeki bir tablodaki kadına aşık olduğunu anlatır.Birgün bu tablodaki kadını bulacağından emindir.Hergün gelip insanların da dikkatini çekecek derecede tabloya öyle dikkatli bakar ki.Tablo'nun ressamı ayrıca tablodaki bayan olan kadınla konuşur;fakat O'nu tanıyamaz.Bu olay sonunda herkes tarafından farkedildiğini anlar ve bir daha sanat galerisine gelmez.Ama aklı hep galeride gördüğü Kürk Mantolu Madonna adlı tablodadır.Birgün kaldığı pansiyonda kalan dul bir kadınla şehir gezintisinden dönerken ve içkiliyken O'na rastlar.Ama rüya gibidir.Gördü mü görmedi mi anımsayamaz.Birdaha görme bahanesiyle hep aynı caddede dolaşır.Neden O'nu arıyor.

"kimi tutkular rehberimiz olur yaşam boyunca. kollarıyla bizi sarar.sorgulamadan peşlerinden gideriz ve hiç pişman olmayacağımızı biliriz."

“Yaşamak, tabiatın en küçük kımıldanışlarını sezerek, hayatın sarsılmaz bir mantık ile akıp gidişini seyrederek yaşamak; herkesten daha çok, daha kuvvetli yaşadığını, bir ana bir ömür kadar çok hayat doldurduğunu bilerek yaşamak...Ve bilhassa bütün bunları anlatacak bir insanın mevcut olduğunu düşünerek, onu bekleyerek yaşamak...“

Aradığı kadın kabarede (Atlantik)şarkı söylüyordur.Bunu ilk başta yadırgar.Aslında kadın da bundan memnun değildir.Bu duygusunu her haliyle belli eder.Raif Efendi bu duyguyu şöyle vurgular.

"dünyada bana hiçbir şey, tabiattan melül bir insanın zorla gülmeye çalışması kadar acı gelmemiştir."

Ressam da O'nu farkeder.ve böylece arkadaşlıkları başlar.İsmi Maria Puder olan bu bayan erkeklere karşı güvensizdir,aşk tanımı farklıdır ama nettir herşeyi başından kestirmeden anlatır.

"dünyada sizden, yani bütün erkeklerden niçin bu kadar çok nefret ediyorum biliyor musunuz? sırf böyle en tabi haklarıymış gibi insandan birçok şeyler istedikleri için... beni yanlış anlamayın, bu taleplerin muhakkak söz haline gelmesi şart değil... erkeklerin öyle bir bakışları, öyle bir gülüşleri, ellerini kaldırışları, hulasa kadınlara öyle bir muamele edişleri var ki... kendilerine ne kadar fazla ve ne kadar aptalca güvendiklerini fark etmemek için kör olmak lazım. herhangi bir şekilde talepleri reddedildiği zaman düştükleri şaşkınlığı görmek, küstahça gururlarını anlamak için kafidir. kendilerini daima bir avcı, bizi zavallı birer av olarak düşünmekten asla vazgeçmiyorlar. bizim vazifemiz sadece tabi olmak, itaat etmek, istenilen şeyleri vermek... biz isteyemeyiz, kendiliğimizden bir şey vermeyiz... ben bu ahmakça ve küstahça erkek gururundan tiksiniyorum. anlıyor musunuz? sizinle bunun için dost olabileceğimizi zannediyorum. çünkü halinizde o manasız kendine güven yok... fakat bilmem... ne kuzuların ağzından vahşi kurt dişlerinin sırıttığını gördüm..."

"... hayatta yalnız kalmanın esas olduğunu hala kabul edemiyor musunuz? Bütün yakınlaşmalar, bütün birleşmeler yalancıdır. insanlar ancak muayyen bir hadde kadar birbirlerine sokulabilirler, üst tarafını uydururlar; ve günün birinde hatalarını anlayınca, yeislerinden her şeyi bırakıp kaçarlar..."

" benim beklediğim aşk başka!' dedi. 'o, bütün mantıkların dışında, tarifi imkansız ve mahiyeti bilinmeyen bir şey. sevmek ve hoşlanmak başka, istemek, bütün ruhuyla, bütün vücuduyla, her şeyiyle istemek başka... aşk bence bu istemektir. mukavemet edilmez bir istemek!"

"içinde hakikaten sevmek kabiliyeti olan bir insan hiçbir zaman bu sevgiyi bir kişiye inhisar ettiremez ve kimseden de böyle yapmasını bekleyemez. ne kadar çok insanı seversek,asıl sevdiğimiz bir tek kişiyi de o kadar çok ve kuvvetli severiz. aşk dağıldıkça azalan bir şey değildir."

bırakalım, arkadaşlığımız da tabii yolunda yürüsün. biz ona suni istikametler vermeye,peşin kararlarla onu bağlamaya çalışmayalım!”

Raif'e göre kendisi daha önce ne birini sevmiş ,ne de sevilmiştir.

"zaten muhitimden uzak duruşumun, vahşiliğimin bir sebebi de kitaplarda tanıştığım ve benimsediğim insanları muhitimde bulamayışımdan değil miydi?"

Raif Maria Puder'le birlikte geçirdiği vakitlerde çok mutludur.

hayatımda hiç bu kadar mesut olduğumu, içimin bu kadar genişlediğini hatırlamıyorum. bir insanın diğer bir insanı, hemen hemen hiçbir şey yapmadan, bu kadar mesut etmesi nasıl mümkün oluyordu? “

"bir ruh ancak bir benzerini bulduğu zaman ve bize, bizim aklımıza, hesaplarımıza danışmaya lüzum bile görmeden, meydana çıkıyordu..biz ancak o zaman sahiden yaşamaya -ruhumuzla yaşamaya başlıyorduk"

Halbuki şimdi herşey değişmişti. Bu kadının resmini gördüğüm andan beri geçen birkaç hafta içinde, ömrümün bütün senelerinden daha çok yaşadığımı hissediyordum. Her günüm, her saatim, uyuduğum zamanlar bile dopdoluydu. Bana sadece yorgunluk veren uzuvlarımın değil, ruhumun da yaşamaya başladığını, içimde, haberim olmadan bekleşen üstü örtülü derin tarafların da birden bire meydana çıkarak bana fevkalade cazip, kıymetli manzaralar arz ettiklerini görüyordum. Maria Puder bana bir ruhum bulunduğunu öğretmişti ve ben de onun, şimdiye kadar rastladığım insanlar arasında ilk defa olarak bir ruhu bulunduğunu tespit ediyordum.

Bir yılbaşı gecesi sabaha kadar birlikte şehirde gezip eğlenirler. Maria'nın annesi yılbaşını geçirmek için Prag'a gitmiştir. Maria Raif'i evine çağırır ve birlikte olurlar. Fakat sabah Maria Raif'e yaşadıkları bu geceden sonra buna artık emin olduğunu ona aşık olmadığını ve artık görüşmemeleri gerektiğini söyler .

"bir teklif ve bir kabul. kısa, münakaşasız ve hesapsız. bundan daha güzel bir ayrılık olamazdı."

Evden çıktıktan sonra bir şey unuttuğunu fark ederek duraklayan, fakat unuttuğunun ne olduğunu bir türlü bulamayarak hafızasını ve ceplerini araştıran, nihayet, ümidini kesince, aklı geride, ileri gitmek istemeyen adımlarla yoluna devam eden bir insan gibi üzüntülüydüm”

Raif avare bir şekilde Maria ile gittikleri yerleri bir bir gezer.Ölmeyi bile düşünür.Maria' yı yaşadıklarını düşünür.

"bir kadının bize her şeyini verdiğini zannettiğimiz anda onun hakikatte bize hiçbir şey vermiş olmadığını görmek, bize en yakın olduğunu sandığımız sırada bizden, bütün mesafelerin ötesindeymiş kadar uzak bulunduğunu kabule mecbur olmak acı bir şey."

"...kadınların hiçbir zaman sahiden sevemeyecekleri neticesine varıyordum. kadın sevebileceği zaman sevmiyor, ancak tatmin edilemeyen arzulara üzülüyor, kırılan benliğini tamir etmek istiyor, kaybedilen fırsatlara yanıyor ve bunlar ona aşk çehresi altında görünüyordu."

Birgün tüm cesaretini toplayarak evine gider.Komşusundan hastanede yattığını öğrenir.O'na tüm şefkatiyle bakar.Maria bu sefer hislerinden hiç ummadığı kadar emindir.Raif'i seviyordur.

"şimdi aramızda noksan olan şeyin ne olduğunu biliyorum. bu eksik sana değil, bana ait.Bende inanmak noksanmış...beni bu kadar çok sevdiğine bir türlü inanamadığım için, sana aşık olmadığımı zannediyormuşum...bunu şimdi anlıyorum. demek ki, insanlar benden inanmak kabiliyetini almışlar...ama şimdi inanıyorum... sen beni inandırdın. seni seviyorum...deli gibi değil, gayet aklı başında olarak seviyorum... seni istiyorum... içimde müthiş bir arzu var...bir iyi olsam!.. "

Bi zaman sonra Raif Efendi'nin babası ölür.Enişteleri O'nu acilen memleketine çağırırlar.
Tren istasyonunda Maria Raif'in kendisini çağırmasını ister.

"şimdi ben gidiyorum. fakat ne zaman çağırırsan gelirim. nereye çağırırsan gelirim.."

Maria ile Raif bir süre mektuplaşırlar.Maria mektuplarında Raif'e bir sürprizinin olduğunu söyler.
Ama açıklamaz.Sonra birdenbire mektuplar kesilir.Raif'in gönderdiği mektupları geri gelmektedir.
Raif ümidini keser.

..hareket etmek,görmek,duymak,hissetmek,düşünmek,hulasa yaşamak kabiliyetini veren bir şey içimden çekilip alınmış gibi,posa haline geldiğimi fark ettim.”

..bu sefer inanmak ve ümit etmek kabiliyetini ben kaybetmişim.”

Artık silik bir insan ,bir hiç gibi yaşamaya başlar.

Hayatta en güvendiğim insana karşı duyduğum bu kırgınlık ,adeta bütün insanlara dağılmıştı;çünkü o benim için bütün insanlığın timsaliydi.”

Evlenir ama karısı O'na yabancıdır.Çocukları olur ama O'na yabancılardır.

..İnanmamak,inanamamak..Bunun ne kadar korkunç olduğunu hergün ,her an hissediyordum.Bu histen kurtulmak için yaptığım bütün hamleler boşa çıktı..Evlendim..Daha o gün,karımın bana herkesten daha uzak olduğunu anladım.Çocuklarım oldu.Onları sevdim,fakat hayatta kaybetmiş olduğum şeyi bana asla veremeyeceklerini bile bile..”

Adeta günün yetmesini bekleyen bir mahpus gibiydim.Günlerin ancak beni bu akıbete yaklaştırmak bakımından birer kıymeti vardı.”

Maria'yı düşünür hep.O'nunla gezdiği yerlerde bi başka adamla gezdiğini hayal eder.

her şeyi içinde boğmaya mecbur olmak, diri diri mezara kapanmaktan başka nedir?
ah maria, niçin seninle bir pencere kenarında oturup konuşamıyoruz? niçin rüzgarlı sonbahar akşamlarında, sessizce yan yana yürüyerek ruhlarımızın konuştuğunu dinleyemiyoruz?niçin yanımda değilsin?"

Fakat asla O'nun hatırasına ihanet etmez.

on seneden beri hep ona karşı duyduğum hiddetin, etrafıma karşı kendimi aşılmaz bir duvar içine alışımın hakiki sebebini şimdi anlıyordum: on sene, hiç azalmayan bir aşkla, onu sevmekte devam etmiştim. içime ondan başka hiçbir kimsenin girmesine müsaade etmemiştim. fakat şimdi onu her zamandan ziyade seviyordum. karşımdaki hayale kollarımı uzatıyor, ellerini tekrar avuçlarıma alıp ısıtmak istiyordum. onunla beraber geçen hayatımız, o dört beş aylık zaman, büyün teferruatıyla gözlerimin önündeydi. her noktayı, aramızda konuşulan her kelimeyi hatırlıyordum. sergide resmini görmekten başlayarak, atlantik'te şarkısını dinleyişimi, yanıma sokulmasını, nebatat bahçesi gezintilerini, odasında karşı karşıya oturuşlarımızı, hastalığını birer kere daha yaşıyordum. bir hayatı baştan aşağı dolduracak kadar zengin olan hatıralar, böyle kısa bir zamana sıkıştırıldıkları için hakikattekinden daha canlı, daha tesirliydiler. bunlar bana, on seneden beri bir an bile yaşamamız olduğumu; bütün hareketlerimin, düşüncelerimin, hislerimin benden uzak bir yabancıya aitmiş kadar benden uzak olduğunu gösteriyordu. asıl "ben", otuz beş seneye yaklaşan ömrümde, ancak üç dört ay kadar yaşamış. sonra, benimle alakası olmayan manasız bir hüviyetin derinliklerine gömülüp kalmıştım..."

Birgün Ankara'da alışveriş yaparken Almanya'dayken kaldığı pansiyondan bir kadınla (aynı zamanda Maria'nın uzaktan akrabası olan)karşılaşır.Kadının yanında 8-9 yaşlarında bir kız çocuğu vardır.Yaşadığı o eski günlerden belki Maria 'dan haber alabilirim diye düşünür.Ama uzaktan akrabası olduğu için ,kadına direkt Maria diye sormak istemez.En sonunda mecbur kalır;sorar.Sonra kadından öğrendiği tek şey ,Maria'nın babasının ismini vermediği sadece Türk olduğu bilindiği bir çocuk doğurduğu ve on sene önce ölmüş olduğudur.

"...halbuki bu anda onu, hayattayken gördüğümden çok daha canlı, teferruhatlı olarak görüyordum. aynen tablodaki gibi biraz mahzun, biraz istiğnalıydı. yüzü daha solgun, gözleri daha siyahtı. alt dudağı bana doğru uzanıyor, ağzı: "ah, raif!" demeye hazırlanıyordu. her zamankinden daha çok yaşıyordu... demek on sene evvel ölmüştü! ben onu beklerken, evimi ona kabule hazırlarken ölmüştü. hiç kimseye bir şey söylemeden, beni imkansızlar içinde kıvrandırmamak, beni sıkıntıya sokmamak için, bütün sırrını beraber alarak ölmüştü.”

"bu akşam anladım ki, bir insan diğer bir insana bazen hayata bağlandığından çok daha kuvvetli bağlarla sarılabilirmiş. gene bu akşam anladım ki, onu kaybettikten sonra, ben dünyada ancak kof bir ceviz tanesi gibi yuvarlanıp sürüklenebilirim."

kaybedilen en kıymetli eşyanın, servetin, her türlü dünya saadetinin acısı zamanla unutuluyor. yalnız kaçırılan fırsatlar asla akıldan çıkmıyor ve her hatırlayışta insanın içini sızlatıyor. bunun sebebi herhalde, "bu böyle olmayabilirdi !" düşüncesi, yoksa insan mukadder telakki ettiği şeyleri kabule her zaman hazır.”

ömrümün sonuna kadar, diz çökerek, onun hatırasına karşı işlediğim cinayetin kefaretini vermeye çalışsam, bunda gene muvaffak olamayacağımı, insanların en günahsızına kabahatlerin en ağırını; seven bir kalbi yüzüstü bırakmak ihanetini yüklemenin asla affedilemeyeceğini seziyordum.”

Ve yanındaki çocuğun Maria'nın çocuğu olduğunu söyler.

bir tren istasyonunda tesadüfen rastlaştığın ve raylar üzerinde saniye saniye senden uzaklaşan ve
muhtemelen bir daha da göremeyeceğin o çocuğun, senin etin ve kanın olduğunu öğrenmek ve "gitme" diyemeden öylece uzakta kayboluşunu izlemek. kaybedilen bir aşkın son hediyesini de kanatlarının altına alamamak.”

Raif Efendi neye uğradığını şaşırır.Sonra tüm yaşadıklarını bu hayatı gibi siyah kaplı deftere aktarır.
Bütün insanları suçlu tuttuğunu bütün insanlardan kaçtığını yazar.

Şu koskocaman dünyada benim kadar yapalnız dolaşan bir insan daha var mı acaba? Kime ne anlatabilirm? On seneden beri hiç kimseye bir şey söylediğimi hatırlamıyorum.Boşuna yere herkesten kaçmış, boş yere bütün insanları kendimden uzaklaştırmışım;ama bundan sonra başka türlü yapabilir miyim? Artık hiçbir şeyin değişmesine imkan yok... Lüzum da yok. Demek böyle olması icap ediyormuş. Yalnız söyleyebilsem... Bir kişiye olsun içimdekileri dökebilsem... Bunu sahiden istesem bile artık böyle bir insan bulmama imkan yok.”

Artık benim için eskisinden beter bir hayat başlayacak. Gene makine gibi akşamüzerleri alışveriş edeceğim. Kim ve ne olduklarını merak etmediğim insanlarla görüşüp onların sözlerini dinleyeceğim.”

"tesadüf seni önüme çıkarmasaydı, gene aynı şekilde, fakat her şeyden habersiz, yaşayıp gidecektim. sen bana dünyada başka bir hayatın da mevcut olduğunu, benim bir de ruhum bulunduğunu öğrettin."

"hayat ancak bir kere oynanan bir kumardır, ben onu kaybettim.İkinci defa oynayamam.."

İş arkadaşı ertesi gün Raif Efendi'nin evine gittiğinde Raif Efendi vefat etmiştir.Ama iş arkadaşının gözüyle Raif Efendi asıl şimdi yaşıyordur.

..İçimde onu kaybetmiş gibi değil,asıl şimdi bulmuş gibi bir his vardı.O bu dünyadan ayrılırken ,benim hayatıma ,başka hiçbir insana nasip olmayacak kadar canlı bir şekilde giriyordu.”


Kitabın Özeti Öz.

Emrah Serbes / Kapanış Konuşması

İnsan, en az üç kişidir. Kendisi, olmak istediği kişi ve aradaki farkta yaşayan üçüncü. En sahicisi de bu üçüncüdür. Olmak istediğin kişiden kendini çıkardığında, aradaki farkta yaşayan kişidir en çok sana benzeyen. Ne kendin kadar huzursuz, ne de olmak istediğin kişi kadar hayalidir o. Yine bu yüzden iki insanın birbirine âşık olması en az altı kişi arasında geçen bir hadisedir. Hangi kişiliğinin hangi kişiliğe, hangi parçanın hangi parçaya özlem duyduğunu çözemediğinde, içmeyi unuttuğun sigara parmaklarını yakana kadar karşı duvara bakarsın.

Ve o zaman anlarsın hayatının uzun zamandır neden başka birinin hikâyesiymiş gibi gözükmeye başladığını. Sokak lambalarının ölgün ışıkları karanlık odalara vurduğunda, duvar saatinin tik taklarından başka ses yokken yanında, sanki bir tek sana açıklanmayan bir sır varmış gibi beklerken anlarsın aslında boşa beklediğini. Tünelde sana yol gösterecek rehberin, karanlıktan başka bir şey olmadığını anlarsın. Anne diye ağlayan çocukların aradığının çoğu zaman şefkatli bir baba olduğunu anlarsın. Çekip gitmek isterken görünmez bir elin seni nasıl durdurduğunu anlarsın.

       Kırk yaşında ama altmış gösteren adamlara daha dikkatli bakarsın o zaman. Kahvelerin dışarıyı göstermeyen isli camlarına. Berduşlara ve kör kedilere bakarsın. Gözbebekleri kaymış esrarkeşlere. Suyun üstüne çıkmış ölü balıklara. Havada asılı gibi duran yırtıcı kuşlara daha dikkatli bakarsın.Çabalarının sonuç vermediğini gören umutsuz insanların bakışlarıyla ancak o zaman buluşur bakışların. Bir yağmur çaktırmadan dindiğinde. Bir gün çenesi ağzının içine kaçmış dişsiz ihtiyarlardan birinin de sen olabileceğini bilirsin artık. Bir gece ansızın, yapayalnız ölmekten korkarken, cesedimi komşular mı bulacak yoksa sayım memurlarımı diye düşünürken hissedersin göğüs kafesinde her gün biraz daha büyüyen, kimsenin kapatamayacağı o boşluğu. Bir kokuya sarılma isteğini. Bir ömür gibi geçmiş zor, uzun günlerden sonra anlarsın ruhunu zehirleyen karmakarışık düşünceleri. Büyük heyecanlardan sonra çöken bitkinlikleri. Kimsenin bulutlara bakmadığı bir şehirde bir lafı döndürüp dolaştırmadan anlatmanın imkansızlığını. Belki de insanın ne anlatacağını bilemediğinde şair olduğunu anlarsın.
       Gözyaşların kurumadan gülmeye başlarsın o zaman. Çünkü bilirsin ki seni artık kimse kandıramaz kolay kolay. Mutsuz insanları kandırmak zordur çünkü. Hayata her zaman kuşkulu gözlerle bakan, mutsuz insanları kandırmak, herkes bilir bunu, çok ayıptır çünkü.

Emrah Serbes / Kapanış Konuşması

Ben Daha Çok..

Ben daha çok uçurum kenarlarında açan diri yaban çiçeklerini sevdim.

Uzanıp kokusunu içine çekerken, uçuruma düşme tehlikesiyle karsı karşıya kalındığı için.

Ben daha çok sonbaharları sevdim.

Olgun aşklara yataklık yaptığı için

Ben daha çok sonu hüsranla biten aşkları sevdim.

Yepyeni asklara bereketli bir toprak olacak kadar yıkımı sağladıkları için.

Ben daha çok masum günahları sevdim.

En dehşetli hazların ardından girilen günahın vicdana yapacağı baskılarla boğuşulması gerektiği için

Ben daha çok acı çeken insanları sevdim.

Acıların onları olgunlaştırıp daha iyi bir insan haline getireceğini bildiğim için.

Ben daha çok kalabalıkları değil yalnızlığı sevdim.

İçimdeki benle rahatça arkadaşlık edebilmemi sağladığı için.

Ben daha çok bahtsız insanların kahramanı olduğu kitapları sevdim.

Mutlulukların büyük bedelleri olduğunu bana çok iyi anlatabildikleri için.

Ben daha çok derinlikleri sevdim.

Hayatın gizleri ve mutlulukların ipuçlarını orada bulduğum için.

Ben daha çok ölüme yakın duran ve ondan korkmayan insanları sevdim.

Hayatın ne kadar ciddi bir şekilde yaşanması gerektiğini iyi bildikleri ve keşkeleri az olduğu için.

Ben daha çok gerçekleri değil, hayalleri sevdim.

Hiçbir gücün hayallerime kelepçe vuramayacağı için

Ve ben daha çok güvenin yerine özgürlüğü sevdim.

Güvensizlik içinde bile özgürlüğün insana daha çok yakıştığına inandığım için.