21 Ekim 2011 Cuma

Kovulmuşların Evi'nden


“Ben” dedi kadınlardan biri diğer kadına, “otuz yıldır bu evde kendi içini doldurmaya terkedilmiş bir günlük gibiyim. Sanki dört duvarla ciltlenmişim de hiç dışına çıkamamışım tutulduğum günlüğün. İlk zamanlarda bomboş sayısız yaprağım vardı, onlara bakıp umutlanırdım. Bütün kayıplarımın, o yapraklardan birinde yer bulacağını düşünürdüm. Yanılmışım. Tozunu sildiğim camlar tekrar tozlandı; pişirdiğim aşı yeniden pişirdim; büyüttüğüm çocuklar bana hep çocuk döndü; boyadığım duvarları bir daha boyadım ve her seferinde solan çiçeğin yerine vazoya, solacak yeni bir çiçek koydum. Hayatın bende dolduracağı yapraklar gittikçe azalıyor. Bundan sonrası, bundan öncekinden başka olmayacak, biliyorum. Ama yine de her akşam şu kapıyı aralarken, içimde bir genç kız, bana ne beklediğimi soruyor. Keşke bir tek bunu çözebilseydim…”

(Ali Ayçil, Kovulmuşların Evi)

Not: Bazı kitaplar vardır.Bir yerlerde rastlaşırsınız.Kitaptan bir bölüm,bir alıntı okursunuz;sonra da o kitabı okumak istersiniz.Bu kitabı okuyup ta bana tavsiye eden olmadı.Bir yerlerde karşıma çıktı.Sırf bu bölüm yüzünden onu okumak istiyorum.Belki benim içimdeki genç kız da neleri beklediğime bir cevap bulur..

11 Ekim 2011 Salı

Doktor ben bugün tüm oyunlarımdan caydım anlıyor musun?


Doktor bugün size gelmeden önce, çocukluğuma indim göğsümdeki 23basamaklı merdiveni kullanarak…
 Masallarımdan geriye kalanlar ne kadar şaşırtıcı bilseniz… 
Şimdilerde Pinokyo’ nun burnunu kanatıyor yalanlar…
Alice yadırgamıyor artık iskambil kağıdı adamlarla yakıştırıldığında…
Gulliver başka ütopyalara alınmıyor pasaportsuz… 
Pollyanna da vazgeçmiş hoşnutluk masalından… 
Peter Pan korsan yayınlarla vurmuş voliyi…
Rapunzel prensi beklemeyi bırakıp ejderhayla işi pişirmiş en sonunda…
Donkişot beyaz bayrak sallıyor yel değirmenlerine… 
Şimdilerde Sindrella saat ne zaman 12 yi gösterse intihara meyil ediyor… 
İçlerinden bir Quasimodo değişmemiş sanki… 
Hala dünyanın yükünü taşıyor kamburunda…
Doktor ben bugün tüm oyunlarımdan caydım anlıyor musun?

(Özgür Gümüşsoy)

10 Ekim 2011 Pazartesi

Come Rain Come Shine(I Love You, I Don't Love You)

Film genç bir kadının iş seyahati için Tokyo'ya giderken eşine,başka bir adam için onu terk etmek istediğini söylemesiyle başlıyor. Erkek , eşinin söylediğini sessizce onaylıyor ve kimin için terk edildiğini de bilmek istemiyor. Bayan eşyalarını toplarken bir fırtına başlıyor. Ve bu her ikisine özellikle bayana tekrar düşünmek için zaman kazandırıyor. Ayrılıktan önceki son bir günü anlatıyor.
Aslında evde o kadar iyi geçinen , birbirlerini hala seven duygusunu veren,birbirlerine saygılı bir çiftle karşı karşıyayız.Ayrılacak Türk çiftlerinden çok farklı yani.Hyun Bin bir başka erkek için  terkedilse de sizi deli edecek bir sakinliğe sahip.Belki de bu sakinliği sayesinde evliliğini kurtaracak :) Bilemiyoruz.Filmin sonu açık uçlu.Ama olacak bence :)

Çoğu kişi bu film için olumsuz eleştirilerde bulunmuş.Ama ben My Sassy Girl ve A Moment to Remember dan daha çok beğendim.Evet film biraz yavaş ilerliyor.Daha çok sessizlik ve yağmur sesi var filmde.Ama bazen bilirsiniz sessizlik konuşur.
Aslında ben hala bu kadar  anlayışlı ,sakin , yardımsever bir insanı neden terk ettiğine anlam veremedim.Bir de Hyun Bin'in hiç mi suçu yoktu?Evliliğini kurtarmak için hiç mi bir şey yapmadı?Kabullendi mi?Yoksa çabalarından sonra yapabildiği tek şey sakin kalmak mı? Filmin sonundan çok bunları merak ettim :)
Filmde ayrıca fon müziği gibi sürekli bir yağmur sesi var.Filmi izlerken ben bile bu durgunlukta ve yağmur sesinde hayatımda vermiş olduğum kararları düşünmeye başladım.Ayrıca filmin geçtiği ev o kadar güzel ki.Dağınıklık içinde bir düzen..Evdeki yağmurdan dolayı olan sızıntı belki de evliliklerindeki sızıntıyı da simgeliyor.Bu tür simgelerle karşılaşabiliyorsunuz.Bir de kedi simgesi var :)Filmde bayanın sık sık kahve içmesi de dikkat çekici.Ben de önemli kararlar alırken,hayattan sıkıldığımda,önemli bir ders çalışmaya başlamadan önce hep kahve içerim.Bardağın içine sık sık bakarım, bardakla oynarım.Bu da tanıdık geldi bana :) İzlemeye değer bence.

24 Eylül 2011 Cumartesi

Ditto Donggam 2000

 Aslında film izlemeyi çok sevmiyorum.Sadece dram ve gerilim filmlerini seviyorum.Kitap okumak tercihimdir.Fakat bu günlerde Kore sinemasına merak salmış durumdayım.
Ditto Donggam'ı arkadaşımın tavsiyesi üzerine izledim.Beni çok etkiledi.Umarım siz de beğenirsiniz.Filmden biraz bahsedeyim
.Ama bence izlemeden önce okumayın :)

Yoon 1979 yılında yaşayan bir üniversite öğrencisidir.Donghee isimli başka bir öğrenciye plotonik olarak aşıktır.Donghee ise orduda görev yaptıktan sonra tekrar okula döner.Bir gün Donghee arkadaşlarıyla sınıftayken Yoon onu gözetlerken yakalanır. Ve koşarak amatör radyo kulüp odasına geçer.Utancından, orada bulunma sebebine bir bahane arayan Yoon, masanın üzerinde duran bozuk radyonun kendisinin olduğunu iddia ederek yakalanmaktan kurtulur.Donghee ise ordudayken Yoon 'un kendisine yazdığı mektuplar için teşekkür ederek ayrılır.
Sumni Hur ise Yoon'un en yakın arkadaşıdır.Bacağını kırdığı için hastanede kalmaktadır.Yoon hastane ziyaretleri esnasında Sumni Hur'a Donghee den hoşlandığından bahsetmiştir.
Yoon,eve götürdüğü radyonun bozuk olduğunu bilmemektedir. Zaten, elektronikle de ilgilendiği falan yoktur. Fakat bir gün radyodan bir genel çağrı anansu alır. Anonsu yapan, Ji In adında, kendi yaşlarında bir delikanlıdır. İkili radyodan konuştukça, garip birşeyin farkına varır: Yoon 1979 yılında, Ji In ise 2000 yılında yaşadığını iddia etmektedir.Her ikisinin de birbirine kanıt sunması ve Ji In‘in radyosunun, fişi çekikken de çalışması üzerine ikili bu durumu kabullenir.
Ji In ve Yoon radyoda konuştukça birbirinin sırlarını paylaşmaya başlarlar.Yoon okuldan birisine plotonik olarak âşık olduğunu söyler.Fakat ismini söylemez.Ertesi gün okuldaki gösteriler sırasında Donghee yaralanır ve Yoon'un en yakın kız arkadaşı Sumni Hur ile aynı hastanede kalmaya başlar.Yoon da onu görmeye hastaneye gider ve alçısını imzalar.Akşam Ji In le radyoda konuşurken plotonik âşkının alçısına imza attığını söyler.Ji In heyecanla anne babasının da bu şekilde tanıştığını,onun da babasının kolunu kırdığında annesinin imzasını attığını ve okulda çok popüler olduklarını hatta Yoon ile aynı dönemde okuduklarını söyler.Yoon ise heyecanla isimlerini sorar.Ji In'in yanıtı ise Donghee ve Sumni Hur dur.Yani biri plotonik âşkı diğeri ise en yakın kız arkadaşıdır.Bu cevaptan sonra Yoon tepkisiz kalır.Onları tanıdığını birbirlerine çok yakıştıklarını söyler.Ve radyoyu kapatır.O gece sabah olmasını beklemeden hastaneye gider.Donghee'nin odasına girer ve alçısında Sumni Hur'un imzasını görür.Sonra Sumni Hur ve Donghee arasındaki bağları hatırlar.Donghee'nin alçısına Sumni Hur'un imza atması,hastanedeyken bavulunu Sumni Hur la birlikte toplaması v.s.Bunları hayal ederken bilinmeyen bir suçluluk içine girer.Ertesi gün Ji In ile radyoda kaderini bulma hakkında konuşur ve Donghee ile bütün bağlarını koparır.Ji In artık Yoon dan haber alamamaktadır.Anne ve babasının yıllıklarına bakmak için evlerine gider.Donghee,Sumni Hur ve Yoon 'un birlikte çekilmiş fotoğraflarını görür.Babasının alçısında annesi Sumni Hur ve Yoon 'un imzaları yanyanadır ve yıllıklarda aynı sınıfta olduklarını görür.Ve Yoon'un platonik aşkının babasının ta kendisi olduğunu görür.Bunu farkedince çok rahatsız olur.Peki Yoon babasını seçseydi O'na ne olacaktı?Belki de Yoon kendi duygularını feda ederek bu iki adama geleceklerini vermişti..
Ji In Yoon'u araştırmaya başlar.Hayatta olduğunu,bir üniversitede İngilizce bölümünde profosör olduğunu ve hâlâ bekâr olduğunu öğrenir.Hemen Yoon'un çalıştığı üniversiteye gider.Dersten çıktığında Yoon karşısındaki kişinin Ji In olduğunu anlar biraz gülümseme biraz gözyaşı ile konuşmadan yanından geçer.Ji In radyoyu çalıştırarak onu gördüğünü söylemek ister.Fakat radyo çalışmaz.Böylece zamanlar arasındaki arkadaşlık ta sona ermiş olur.Yoon Donghe'nin onun kaderi olmadığıın düşünerek,her şeyin üstesinden gelmiş gibi hayatına devam etmektedir.
Siz de zamanlar arası bu filmde kader dediğimiz şeyi sorgulamaya başlayabilirsiniz :)
Filmden alıntılar :
-Erkek arkadaşın nasıl?
+Düşünüyorum da belki kaderimizde birlikte olmamız yazmıyor.
-Her şeyin birbirine kavuşması umulmaz ki.Yaşayıp gördükten sonra buna kaderimmiş denir,önceden değil.

Söylediğim gibi onun yazgım olup olmadığını bilmek istemiştim.Ama öyle olduğunu sanmıyorum. Bu yüzden kalbimden çıkıp gitmesine izin verdim.Ve çok çok uzun bir süre yürüdüm.Okulun her köşesini adımladım.Derler ki insanların bir kokusu varmış.Ve gittikleri her yerde bu kokuyu birakırlarmış.Koku yok olunca onlar da ölürmüş.Ama bazı insanların kokusu öldükten sonra bile kalırmış.Bazılarınınkiyse başkalarına geçermiş. Sonra her yere yayılabilirmiş. Onun kokusunu biliyorum. Gözlerim kapalıyken bile fark edebilirim.O ve ben. biz kesinlikle aynı duyguyu yaşıyoruz.Aynı kaderi aynı keyfi. Aynı kokuyu sürdürüp sonsuza dek yaşarız.Benim 1979'da hissettiklerim bu. 2000'deki senin de bunu hissedebileceğine eminim.

Filmin adı olan Ditto aynı demek.Alıntının son cümlesi "Benim 1979'da hissettiklerim bu. 2000'deki senin de bunu hissedebileceğine eminim."Yani aynı duyguları yaşıyorlar.Filmin adı belki de buradan geliyor.





31 Temmuz 2011 Pazar

KARANLIKTA (Was Dunkelheit War)

Kitapta ,kendisine bir türlü kimin miras bıraktığını hatırlayamadığı bir evde hasta yatağında yatan bir savaş suçlusunun karanlık geçmişi anlatılıyor.Kimi zaman şimdiki yaşamından kimi zaman geçmişten sürekli ayrıntılı tasvirler yapılmış.Bir üniforma ayrıntısı, makineli tüfek,sobada bir el,öksüren bir ses,bir namlu silueti,ayak sesleri,geçmişin derinliklerinden canlanan silik anılar,cevapsız sorular,yüzleşmeler,kendisine evi miras bırakanların , gecenin irkilten sesleri ve gölge misali bir yabancı...
Kim bu yabancı?Yaşlı adamın anılarının hiçbir köşesine yerleştiremediği tehlikeli biri mi?Yoksa bütün ömrü boyunca bastırdığı korkunç bir suçu ele vererek ete kemiğe bürünen öteki benliği mi?”

Aslında bunlarla yüzleşmek istemez,yaşadıklarından sıyrılmak ister .
Aradan çıkarması gereken,gözden kaçırmış olduğu bir şey gibi görürdü bunu.Hayali bir sınırdan,kendi varlığının sınırından ona doğru uzanan bir şey.İşte bu sınır,hep çok yakınlarda olmuştu,oysa uzun yaşamı boyunca kendisini bu sınırdan uzaklaştıracağını umut etmişti.Daha emin,ortalarda bir yere doğru.Başka pek çok kişinin daha bulunduğu bir yere doğru.”

Ve geçmişte yapmış olduklarından dolayı sürekli üşüyen bir adam.
Yaşadığı onca yaza rağmen ,bir şeyler hep kalmıştı.İçinde saklı,buz gibi,dokunulmaz ve soğuk bir çekirdek.”
..bu soğuğun sadece yıllardan beri kendi içinde hakim olmuş bir başka soğuğun karşılığı olduğu ve şimdi dışındaki soğukla içindeki soğuğun birleştiklerini hissetti.”

Kitap 2003 yılında Ingeborg Bachmann Ödülü'ne layık görülmüş.Fakat benim okumaktan zevk aldığım kitaplar arasında yerini alamadı.

Kitaptan Seçtiklerim :
Geçmişin tozu gözle görülmüyordu,onu silkelemek bir umut uyandırmıyordu.” 

Zaten geçmiş te geçmiş değil.”

Bir şeyi kendi isteğiyle yapmanın ne anlama geldiğini düşündü.Bir sonuca varamadı.Bir dizi durumun sonucu muydu?İnsanın,her halükarda yanlış veya daha da kötüsü , her halükarda anlamsız davranma baskısı olmadan kendi iradesini,kendi yargılama yetisini kullanmasına imkan veren bir şey miydi?Yoka tersi miydi,görünürde hiç seçme şansı olmasa bile insanın her an kendisinin karar verebilme iç özgürlüğü müydü?”

İnsan bu yeryüzüne geliyordu,yaşıyordu,ama zamanın nasıl geçip gittiğini hisetmiyordu ve sonunda yaşam bitiyordu ve hiçbir şeyi kavramadığımızı kabullenmek zorunda kalıyordunuz,en basit şeyleri bile kavramadığınızı.”

Az uyku,ince veya fazla bir yorgan gibiydi,insanın durup dinlenmeden ve tetikte kalarak çekiştirmesi gereken bir şey.Böyle bir uykuda ,huzursuzluk veren ve bir tehlikeye doğrudan işaret etmeyen bütün gürültüler,onları rüyanın içine çeken hareketlerle silkelenip uzaklaştırırlar,bu soğuk bir uykudur,insan ısınamaz,soğuktan titreyerek uyanır.”

Bir şeyleri aramaktan hoşlanmıyordu.Onu rahatsız eden,acil olarak ihtiyaç duyduğu şeyin elinin altında olmaması duygusu değil,o anda kendisine ait olan başka nesnelerin de bulunmaları gereken yerlerde bulunmuyor olabilecekleri ve böylece ipuçları gibi,kendi yokluğunda kendisi hakkında bir şeyleri ortaya koyabilecekleri ihtimaliydi.”

Karanlığın ne olduğunu anlamaya çalıştı , ne kadar amansız ve mutlaktı , hiçbir şey karanlığı yerinden kıpırdatamazdı. İnsan böyle bir karanlığın ancak çok küçük parçalarını aydınlatabiliyordu ,güneşin karşısında tüm ışık kaynakları gülünç kalıyordu. Çok güçlü lambaların bile sınırlı ışığı vardı.”


Öz.

29 Temmuz 2011 Cuma

MAHALLE KAHVESİ


Sait Faik Abasıyanık'ın Mahalle Kahvesi adlı kitabı Varlık , Yedigün, Büyük Doğu ,Yaprak ,Yürüyüş v.b.dergilerde yayımlanmış ya da hiçbiryerde yayımlanmamış 22 tane hikâyeden oluşuyor. En çok sevdiğim Dört Zait , Karanfiller ve Domates Suyu , Bir İlkbahar Hikayesi , Süt adlı hikâyeleri oldu.Dört Zait hikâyesi şöyle başlıyor :

Yolda bir cigara yakmak canınız istese,kibritiniz de olmasa ,gidip te kimden yakarsınız?Bir yol sormanız lazım gelse,kime sorarsınız?Bir kalabalığın toplandığı yerde ,ne oldu acaba,diye kime dersiniz?Ben öyle adamlardan biriyim.”

Ben de bu soruların cevaplarını önceden hiç düşünmemiştim.Kendimize yakın gibi hissettiklerimize mi soruyoruz , bizden farklı olanlara mı ya da kime rastladıysak O'na mı? Yazar bu soruları sorduğumuz kişileri psikolojik ve fizyolojik olarak incelediğimizi düşünüyor.Ama hikâyenin sonu başka bir konuyla birleşiyor.
İyi okumalar dilerim..

Kitaptan Seçtiklerim : 
Beyinin vapurdan iner inmez çantasını kapan uşaktan iğrenmeyi,sabahleyin altı buçukta tabiatla kavga için sokağa fırlayan adamın çalışmadığını kendi kendime öğrendim.Ama şu sabahleyin altı buçukta tabiatla kavga için sokağa fırlamayan adam,isterse akşama kadar insanları aldatmak için didinsin.Kaç para eder!”

Her şey,bütün insanlar seni bekliyor.Onların arasında oynadığın oyunu bitirmeye mecbursun.Yeniden doğulmaz.Doğsan bile n'olcak?”Seni iki senede,iki senede değil ,iki günde aynı insan ederiz.Aynı kendini düşünen ,aynı haris,aynı kıskanç,aynı kötü huylu ,aynı sarhoş ,aynı budala oluverirsin.Seni aynı hastalıkla yıkmak için elimizde her şey var.”

Şu ömrü mevsimlere benzetenler iyi etmiş doğrusu.Herkesin bir ilkbaharı,bir yazı,güzü,kışı oluyor işte.İnsanın ilkbaharı,öteki hayvanlara bakarsak geç başlıyor.Bir at bir yaşında,hadi hadi iki yaşında ilkbaharındadır.Bir kuzu altı ayda koç olur.Ama insanoğlu ilkbaharını yirmisinden önce pek idrak edemez.Yirmiden evvel idrak edilen ilkbahar,bir yalancı ilkbahardır.”

Bu şehirde düşünülemez.Düşünmek iyi değil,sıhhate muzurdur.Allah'ı bile düşünemezsin.Düşündün müydü karşına O'nun namına iğrenç mecmualar,nefesleri yırtık para kokan şairler,ölü bekleyen imamlar çıkar.Avaidini isterler”

Bütün iyilikleri ,bütün dostlukları ,tulumba gibi emeriz.Sonra dostluklar,iyilikler de kuyular misali kurur.”

Şu uyku insanın sevgilisi gibi bir şey,gelmeyince sinirlendiriyor.”

Birden her günkü hayatın deli gömleğini sırtımda düğümlenmiş buldum”
  
İşsizlik insanı yorar.”

Öz.

27 Temmuz 2011 Çarşamba

YERALTINDAN NOTLAR KİTABI'NDAN ALINTILAR

"...her şeyi tam anlamıyla algılamak bir hastalıktır.İnsanın günlük yaşamı içinde yalın bir anlama gücü,XIX.yy aydınının anlayış gücünün yarısı,hatta dörtte biri bie yeterlidir...Yani insanlar sıradan kişilerin ve işini bilenlerin anlayışıyla yetinmelidir.

"Kolay kazanılmış bir mutluluk mu?Yoksa insanı yücelten acı mı daha iyi?"

"Acı duymak anlamanın tek kaynağıdır."

“Belki de insan yalnızca refahtan değil,acıdan da aynı ölçüde hoşlanıyor.Hatta acının mutluluk kadar yararlı olduğu bile düşünülebilir.İnsanın , zamanı geldiğinde , acıyı tutkuya varan derecede sevdiği de bir gerçektir.”

“Benim kişisel düşünceme göre,yalnızca refahı sevmenin biraz ayıp yanı bile vardır.İyi mi kötü mü olduğunu bilmem ama bazen bir şeyleri kırıp dökmenin bile kendine özgü bir tadı olabiliyor.Bu açıdan,ne yalnız başına refahı,ne de yalnız başına acıyı yeğlerim...Acı,kuşku ve inkar demektir...Bununla birlikte ,insan gerçek acıyı tatmak istediğinden,çevresinde bir kargaşa yaratmak,yok etmek,dağıtmak hevesinden asla kendisini uzaklaştıramaz.Bizim manevi varlığımızın biricik kaynağı acı değil mi?”

“Doğa yasası olması gereken davranış acıyı azaltmaz,bilakis çoğaltır.”

“İnsanın gözü yalnızca kederi ve acıyı görür de mutluluğu fark etmez.Düşününce , mutluluktan da yeterince payımızı aldığımızı görürüz.”

“Bir kere olsun bilinçli olmayı bir yana bırakarak,nedenleri aramadan,derinliğine düşünmeden,gözü kapalı kendini bırak bakalım duygularının aklına.”

“Yağmur yağarken bir saray yerine bir tavuk kümesi görsem, ıslanmamak için oraya sığınırdım.Ama kümes, beni yağmurdan korudu diye de ona minnettar kalıp,saray gibi göremem doğrusu.Şimdi ; bana gülerek, böyle bir durumda kümesle sarayın arasında bir fark olmadığını söyleyeceksiniz.'Evet, yaşamda tek amacımız ıslanmamak olsaydı söylediğiniz doğru olurdu' diye cevap veriyorum size.”

“İçimdeki duygularım hep beni izlediler.Ortaya çıkmak için zaman ve fırsat arıyorlardı;ama bunlara izin vermiyor,özellikle engelliyordum.”

"Ben gerçekten kötü bir insan değilim.Ne aksi bir adamım ne uysal; ne namuslu, ne alçak, ne de onurlu biriyim. Ne kahramanım, ne de bir korkak.Hiçbir şey olamadım."

“Ne herhangi bir kişiye benziyordum,ne de herhangi biri bana.Ben tek başımaydım,onlarsa hep birlikteydiler...”

“Siz insanı eski alışkanlıklarından vazgeçirmek ,onun iradesini bilimle , sağduyuyla uzlaşacak biçimde düzenlemek istiyorsunuz.Ancak insanların değişmesinin yalnızca olanaklı değil, aynı zamanda zorunlu olduğunu nereden biliyorsunuz? İnsan iradesinin böylesine düzeltilmeye gereksinmesi olduğu konusundaki kararınızı neye göre veriyorsunuz?Kısacası , böyle bir düzeltmenin insana gerçekte yarar sağlayacağına nasıl karar verdiniz?Aklın ve matematiğin desteklediği,gerçek ve normal çıkarlara karşı gelmenin ,insan için hep yararlı olduğuna,bunun hepimiz için bir yasa sayılacağına neden inanıyorsunuz?”

"İnsan olmak için neden çabalıyoruz ki...İnsanın etiyle kemiğiyle,kanıyla bir genelleme yapıp,sonra da içinden çıkamıyoruz.'Genel bir insan'anlamını bilmeden,ne olduğu belli olmayan bir şey için çalışıyoruz .Gerçekte insanlar ölü doğmuştur.Uzun zamandır canlı olmayan babalardan çoğalıyoruz.Bu durumdan zevk alıyoruz.Bir fırsatını bulsak,neredeyse beynimizdeki fikirlerden ve düşüncelerden doğmayı gerçekleştireceğiz."

“Akıllı insanların bir baltaya sap olamayacaklarını ve yaşamda başarılı olanların sadece aptallar olduğunu düşünerek avutuyordum kendimi.XIX.yüzyılın insanı öncelikle iradesiz olmalıdır,hatta buna zorunludur.Becerikli ,iradeli bir insan oldukça dar kafalıdır.”

“Bütün güzel ve yüce şey'lerin inceliğini kavramaya hazır olduğumda,evet böyle zamanlarda,bunları hissedeceğime gereksiz,saçma sapan davranışlarda bulunuyorum...Nniçin ben iyilik, güzellik, yücelik gibi şeyler konusundaki anlama gücüm arttıkça, bataklığa daha çok gömülüyor ve boğulacak duruma geliyordum?”

“Sizlerin içinde bulunduğunuz kötü duruma rağmen , başka türlü olamayacağını ,değişemeyeceğinizi,dahası,bunun için zamanınız ve inancınız olsa bile,bunu istemeyeceğinizi anlamanın doyumsuz tadıdır bu.Ayrıca değişmek isteseniz de sonucu etkilemez ;çünkü sizin için başka çıkış yolu yoktur.”

“Üzüntüden,kederden ileri gelen ama kederin ve insanın içinde bulunduğu durumun güçlüğü oranında tadı artan bir zevktir.”

“Her kişinin anılarında sadece dostlarına söyleyebileceği,herkese açamayacağı yanlar vardır. Hatta dostlarına bile söylenmeyecek olan,insanın yalnızca kendisine söyleyebileceği sırlar da olur.Bunların dışında insanın kendine bile açamayacağı sırlar da vardır.Bunların , sahibinin onuru ölçüsünde artacağını söyleyebiliriz.”

"İşte, ben yapmacıksız bir insanı; onu özene bezene topraktan yaratan şefkatli bir doğa ananın görmek istediği gibi gerçek ve normal bir insan sayarım.Böyle bir insanı korkunç derecede kıskanırım. Yani böyle bir insan aptaldır!" 

“Kendisini aşağılamaktan hoşlanan bir insanın kendi özüne saygısı kalır mı?”

“Ben yaşadığımı anlamak için kendi kendime bir çeşit yaşama oyunu oynar,serüvenler uydururdum.”

“İnsanın adalet yerini bulsun diye öç almak istediği söylenir.”

"İki kez de böyle aşık olmayı denedim ve bu yüzden olmadık acılar çektim. Kalbimin bir köşesinde bu acıya inanamazlık, hem de bu acıyla alay etmek yeşerirken, yine de acı çekmeyi sürdürdüm. Üstelik sırılsıklam bir aşık gibi kıskanıyor ve kendimi kaybediyordum.Bunun tek sebebi can sıkıntısıydı."

“Sistemlere ve bazı soyut kavramlara öylesine bağlı olan insan mantıklı olabilmek için, gerçeği bile rek değiştirmeye, gözlerini ve kulaklarını kapamaya razı olur.”

“Uygarlık neyimizi yumuşatmıştır ki?Uygarlığın insanlarda duyguların çeşitlerini çoğaltmaktan başka bir işe yaradığı yok.Oysa duyguların çeşitlenmesiyle birlikte , bir de bakıyorsunuz ki insanlar kan dökmekten daha çok hoşlanır hale geliyorlar.”

“Kişi uygarlığa bulaştıkça eskisinden daha iğrenç olmasa,daha fazla kan dökmese bile,daha kötü can aldığı bir gerçektir.Eskiden insanlar hak için kan dökerler,bu yüzden rahatça birbirlerini öldürürlerdi.Çağımızdaysa , insanı öldürmek suç sayıldığı halde yine de cinayetlerin ardı arkası kesilmiyor.”

“Tüm isteklerimizin ve kaprislerimizin de formülü bulunursa?Daha doğrusu,bunların temellerine,hangi yasalarla oluşup geliştiklerine,çeşitli durumlarda hangi yolları izlediklerine ilişkin kesin bir matematiksel formül ortaya çıksa...İşte o zaman,büyük bir olasılıkla,insan belki de hiçbir şey istememeye başlar;çünkü formüle bakarak istemenin ne tadı olabilir ki?Çünkü özgür isteği,iradesi olmayan insan istemeyi bilir mi?”

“Sözün gelişi, sana maymundan geldiğimizi kanıtlamışlarsa, bu gerçeği yüzünü buruşturmadan kabul edeceksin. Gövdendeki tek bir yağ damlasının senin için yüz binlerce hemcinsininkinden değerli olması gerektiği; erdem, sorumluluk, safsata, boş inanç denen şeylerin hep bu sonuca göre çözümlendiği kanıtlanırsa yine olduğu gibi kabul edeceksin, çünkü matematiğin ‘iki kere iki dört eder’ kesin sonucu vardır bunlarda. Hele bir karşı durmaya kalkın; ‘Aman efendim, nasıl karşı çıkarsınız? Bu, iki kere ikinin dört etmesi kadar açıktır! Doğa size danışmaz, onun sizin isteklerinizle, yasalarının hoşunuza gidip gitmediğiyle işi yoktur. Doğayı olduğu gibi, bütün sonuçlarıyla kabul etmek zorundasınız. Duvar duvardır ,taş da taş...’ diye bağırırlar. Aman tanrım, herhangi bir sebepten ötürü doğa yasaları ile iki kere ikinin dört ettiği hoşuma gitmiyorsa, bana ne bu yasalardan, bana ne aritmetikten? Duvarı delmeye gücüm yetmiyorsa, ‘ille deleceğim’ diye yırtınmam elbette; ama önümde yıkmaya gücümün yetmediği bir taş duvar bulunmasına da razı olamam.”

“İnsanın kasıtlı ve bilinçli olarak zararlı,anlamsız hatta son derece ahmakça bir isteğe kapıldığı tek bir durum vardır.Bu , ne kadar anlamsız olursa olsun,istemek hakkına sahip olmak,yalnızca akla uygun olan şeyleri istemek zorunda olmamak isteğidir.”

“İsteseniz de dilinizi çıkaramayacağınız,bütün bakışlardan uzakta ,nanik bile yapamayacağınız,sonsuza kadar ayakta kalacak camdan bir saraya inanmışsınız.Belki de bunları yapamayacağım için bu saraydan çekiniyorum.”

“İş çizelgeyle matematiğe dayanınca,ortada iki kere ikinin dört etmesinden başka bir şey dönmezse ,iradenin sözü edilebilir mi?İki kere iki,benim iradem karışmasa bile dört ediyor.İrade demek ,bu mudur?”

“Gururunuz yüzünden en küçük şeyleri bile sorun haline getirip,içinizde gerçeği çarçur ediyorsunuz.”

“Çağımızda , aklı başında olan her insan korkaktır,köle ruhludur ve ne yazık ki böyle olmak zorundadır.”

"Hiç kimseyle tek laf etmek istemezken; ani değişikliklerde bulunur, iş arkadaşlarımla konuşmak ve arkadaşlık etmek için neredeyse can atardım. Onlara duyduğum bu soğukluk birden ortadan kalkar, sevgiye dönüşürdü. Kim bilir, belki de bu duygular gerçekte yoktu, belki de kitaplardan kapma yapmacık duygulardı."

"En bayağı ve en aşağılık insanların aynı zamanda namus timsali olarak kalabilmeleri ancak bizim ülkemizde mümkündür!"
“Onu kurtaracak , uçurumların derinliklerine yuvarlanmaktan koruyarak yeniden yaşama dönmesini sağlayacak olan biricik güç sevgiydi.”

“Utangaç , temiz yürekli insanlar kendilerini çözümlemek isteyenlere bir çeşit çekingenlik duygusuyla sığınır ve kendilerini saklayarak alaycı bir ifadeye başvururlar.”

'' Aslında benim ne istediğimi biliyor musun? Hepinizin canı cehenneme! Rahatlık, sakinlik istiyorum! Kendi huzurum için bütün dünyayı beş paraya satarım ben. Beni kıyametin kopmasıyla çaysız kalmam arasında bir seçime zorlasalar, dünyanın batmasını umursamaz, çayımdan vazgeçmeyeceğimi haykırırdım.''

“İnsan yaşamı boyunca bir kez , o da bir bunalım sırasında içini döker. ”
“Hareketlerimde başkalarınınkinden farklı bir yön çizeceğim diye ödüm kopuyordu.Fakat başka biri olmaya kim dayanabilirdi ki?”

"Bence iki kere iki dört yalnızca bir küstahlık. İki kere ikiyi yolunuzun ortasında külhanbey gibi duran, ellerini beline koymuş, her yana tükürükler saçan biri olarak düşünüyorum. Sonra da onun mükemmel bir varlık olabileceğini de kabul ediyorum ama her şeyi güzel görmeye başladıktan sonra, iki kere ikinin dört değil de beş olduğunu düşünmek ve bundan zevk duymak da olumlu olabilir." 

“İnsan gelgeç gönüllü,bir dalda durmayan yaratıktır.Belki de satranç oyunları gibi amaca ulaşmayı değil,amaca giden yolu sever.”

“Ben onu isteklerimde ve hayallerimde yaşatıyorum ya , bu bana da yeter;isteklerim var oldukça,o da var olacaktır.”

“Kalp birkez kırıldı mı, hiç kimseye aldırmaz ve hiçbirşeyi umursamaz. Belki mutluluğun sonu, ama huzurun başlangıcıdır bu. “

“Tam olarak anlama gücüne sahip bir insan kendisine saygı duyabilir mi hiç?”

“Yoksa dünyaya gelişimin tek nedeni,varlığımın bir yalan olduğu sonucuna varmak için mi?”

"..ama şuna iyice inanıyorum ki, değil fazlasıyla bilinçli olmak, bilincin her türlüsü hastalıktır.”

"Benim yaşam biçimim şudur:Sizlerin yarı yolda bıraktığınız şeyleri sonuna kadar götürmek yalnızca."


23 Temmuz 2011 Cumartesi

YERALTINDAN NOTLAR

     Aslında Dostoyevski'nin Ezilenler adlı romanını okurken birden kendimi Yeraltından Notlar'ı okurken buldum.Nedense hiçbir zaman tek bir kitap okuyamıyorum.Sanırım birkaç tane birden başlayıp hepsini bir aynı anda bitirmekten zevk alıyorum.Daha fazla okuma alışkanlıklarımı deşifre etmeden kitabı anlatmaya başlasam iyi olacak.

    Kitap için gerçek dünyadan kendisini soyutlamış,asosyal,insanlardan nefret eden, kimi zaman insanları küçümseyen, kimi zaman yücelten, hiçbir kalıba ve düzene sığmak istemeyen, yaşadığı toplum içerisinde kendini kabul ettirme çabası içinde olan,aslında bunu toplum içinde var olmaktan ziyade yaşamda var olmak için çabalayan,kendi gerçeklerini bulmaya çalışan,ruhunun gelgitleri,iç çatışmaları,bazen kendine bile itiraf etmekten korktuğu düşünceleri,kaçışları ,kaygıları,çelişkileri olan modern dünyayla özgürleştiğini sananların aslında tutsaklaştıklarını düşünen,gitgide yalnızlaşan,anlaşılamayan ,kendini bir türlü anlatamayan bir adamın oldukça içten,dürüst ifadelerle anlatılmış yaşamı diyebiliriz.
Ayrıca kitapta Rus aydınları,batılılaşma hareketleri,doğa yasalarını sorgusuz kabul etme ve toplumun bizlere sürekli bir şeyler empoze etmesi de oldukça eleştirilmiş.

Anne babasız büyüdüğü için kendine bakanlar tarafından azarlanan küçük görülüp yatılı okula verilen kendisi küçük yaştan itibaren hem ailesi hem de okuldaki arkadaşları tarafından alaya alındığı için kendisi de içten içe diğer insanları alaya alan,aşağılayan zeki ama tutarsız bir kişilik.Bu aşağılık kompleksiyle sürekli cevap vermeye çalışan ama bir türlü başaramayan harekete geçse bile önemsenmeyen silik bir kişilik.

Roman kahramanı işte bu aşağılanmalar,paylamalar,küskünlükler,kuşkular,problemlerle kuşatılınca ve kendi içindeki gerçekleri bulmak için kendisine bir yeraltı oluşturmuştur .Aslında yeraltı onun bilinçaltı,benliği,karanlık dünyası. Bu yeraltında sınırsız sorgulama,hayal,düş var.Aynı zamanda toplumdaki yozlaşmışlığa,samimiyetsizliklere karşı çıkan zaman zaman bu yer altından çıkan ama tekrar değersiz ve aşağılanmış hissettiğinde ve sağlıklı bir iletişim kuramadığında tekrar insanlara ,kalıplara,topluma duyduğu nefretle yeraltındaki hesaplaşmalarına dönen kendi tanımıyla ‘hasta’bir adam var.

Hazzın,acının,mutluluk kavramının gerçekte ne olduğunu bulmaya çalışır. Kimi zaman acılardan mutluluk duyarken, kimi zaman da insanların kendisiyle alay etmesinden ;hatta tokat atmasından zevk duyar.Bazen kendi yaptığı alçaklıkları,uğradığı hakaretleri ,yapayalnız olduğunu düşündüğünde  bundan büyük bir zevk alır. İnsanların korkaklığın adını “ölçülü davranmak” olarak değiştirdiğinden şikayet eder.Bazı kavramların insanlar tarafından dayattırılmasına karşı olan bir adam.. Kalıpları, insan özgürlüğünün önündeki ‘’taş duvarlar’’ olarak görür.

Aslında bu ve başka yönleriyle Aylak Adam C.karakteriyle benzerlik gösteriyor.İkisi de çalışmayı önemsemeyen,Yeraltı adamı akrabasından kalan mirastan sonra işten ayrılan,C.bildiğimiz gibi bir mirasyediydi zaten.İkisi de topluma yabancılaşmış,toplum tarafından dışlandıklarını düşünen,topluma aldıkları tavır benzer özelikler gösteren,anti sosyal,tek başınalık,hayatı anlamlandırmada zorluk çeken,diğer insanlar gibi alışılmışlığın kolaylığına kaçmak istemeyen farklı olmak isteyen ,arayış içinde olan adamlar..Her ikisinin ismi romanlarda yoktur.Bu belki de onları bu noktada diğer insanlardan ayırıyor.Onlar tanımlanmamış,belirli kalıplara oturtulmamış,hapsedilmemiş.Ama ben Aylak Adam’ın işinin daha zor olduğunu düşünüyorum.Çünkü Yeraltı adamı kendi oluşturduğu dünyasında toplumla çok fazla iç içe değil.Oysa C.sürekli onlarla meşgul.Bu ikiyüzlülüğün içinde.Yeraltı adamı bazen yerüstüne çıkabilme isteği duyuyor.Bazen kızıp tekrar Yeraltına iniyor.Oysa C.nin böyle bir seçeneği yok.C’nin insan içine karışmak için tek seçeneği sinema.Ve en önemlisi de C. gerçek sevgiyi arıyor.

Tekrar kitaba dönersek,

Kitap iki bölümden oluşuyor.YERALTI ve SULU SEPKEN.Yeraltı adlı bölümde kendine ait gizli düşünceleri,toplumumuzda varoluşunun nedenlerini açıklar.Sulu Sepken adlı bölümde ise eski arkadaşlarıyla buluştuğu bir akşam yemeğinin ardından gelişen olaylarla aslında toplum-insan-ahlak sorgulaması yapılıyor.
Dostoyevski ‘Elinizdeki notlar ve yazarı elbette ki uydurmadır’ dese de çoğu  kişi gibi bu yeraltı adamının ben de Dostoyevski olduğunu düşünüyorum.Çoğu yerde neden yeraltına girdiğini ve neden hep bir şeyler yazma ihtiyacı duyduğunu okurlarıyla tartışırcasına,bazen ‘ne düşündüğünüz önemli değil’ diyerek kimi zaman alaylı bir üslupla anlatır.

Zaten kitabın sonunda ’Belki de benimkisi ,edebi bir yapıt yazmak değil de suçlarımın bedelini ödemek oldu.’cümlesiyle yazdıklarının kendi bilinçaltı olduğunu doğrular.

 Eğer siz de bu yer altı adamından yola çıkarak kendi varlığınızı çözmek ,kendi gerçeklerinizi bulmak isterseniz bu kitabı okumalısınız.


Öz.
19 Temmuz Salı

18 Temmuz 2011 Pazartesi

Nasıl Yalnız Kaldım ?

İnsanlar 'geveze hatalarımı övüp, sessiz erdemlerimi eleştirmeye başladığında' yalnız kaldım.

En yakın dostlarım içimde öldüklerinde; yalnız kaldım.

Dostluklar ucuza getirildiğinde; yalnız kaldım.

Arkadaşlar sadece telefon rehberinde kaldığında ; yalnız kaldım.

Haykırışlarıma sağır, acılarıma dilsiz kaldıklarında insanlar; yalnız kaldım.

Gözlerimden sessiz acılar süzüldüğünde kimse yoktu; yalnız kaldım.

 İçimdeki kuyulara uzanan ipleri kestiğimde; yalnız kaldım.

Kimsenin gözlerinde kendimi göremedim; yalnız kaldım.

Omzumdaki yükü taşıyabilecek bir el olmadığı için; yalnız kaldım.

 Beynime yuvalanmış hüzünler beynimi kemirirken, anılarımla beslenmeye çabaladığımda; yalnız kaldım.

 İçimdeki bu yalnızlık duygusunu öldürüp katil olmaya cesaret edemediğimde; yalnız kaldım.

Gözlerimde titreyen sessiz harfler derdimi anlatacak bir kelime bile oluşturamadığında; yalnız kaldım.

Benim toprağımda yağmurdan sonra hiç gökkuşağı çıkmadı; yalnız kaldım.

 Sözcükler boğazımda düğümlenirken düğümü çözen yokken, bilakis boğanlar varken; yalnız kaldım.

 Şu koca şehirde kalabalıklar başımda dönerken, kafam dolu; kalbim boş olduğu için ;yalnız kaldım.

 İçimde örülü duvarları yıkan usta yokken ; yalnız kaldım.

Haykırışlarım isyana dönüştüğünde, isyanı bastıran yoktu ;yalnız kaldım.

 İçimdeki ses artık kısıldığında ; yalnız kaldım.

Kurallarına göre oynamadım, oyundan atıldım; yalnız kaldım.

 İçime akan gözyaşlarıyla biriken kendi içimdeki okyanusta boğulduğumda kurtaran yoktu ; yalnız kaldım.

 İçerimde çıkan duygu savaşlarında yalnızlığım tek başına iktidar olduğunda ; yalnız kaldım.

 Aynalarda bile çoğalamadığım zaman ; yalnız kaldım.

  Dünyaya gelen bahar bana gelmediğinde ; yalnız kaldım.

 Yaşarken de ölüneceğini öğrendiğimde; yalnız kaldım.

 Canım dediklerim can’a kastettiğinde ; yalnız kaldım.

Ve

Çok olduğunda güneş içime uğramayalı ; yalnız kaldım.

 En sonunda  da kendime bile yabancı olunca ; yalnız kaldım.

 Dedim ya ,

Ben 

yalnızım..

Öz.
11 Temmuz P.tesi
Saat ?
'Ancak durursa anlaşılır saatin kaç olduğu.'

9 Temmuz 2011 Cumartesi

Loneliness Is Killing Me Slowly

Sometimes something worries you.You can not define exactly what it is.Everybody leaves you.Only it does not leave you alone.It hurts.You try to scream.Nobody hears you.Tears glisten in your eyes, nobody sees.You just want one person who says :         
I want to know all about your tears, your sadness , your fears ,your regrets , your reckonings , your sorrow, your gloom remaining from earlier time,people that hurt you,people that love you ,your nightmares ,your dreams , your hopes , your aspirations.I’m here to ease your pain. Are you ready to tell me about yourself from beginning to end?
But the more you want to hear his voice the more he stops talking.You know that he ‘ll never come.
You look in the mirror in your room.A faint smile passes accross your lips.The only thing you see is your loneliness.

Written by Oz.
at one of the lonely and sleepless nights

6 Temmuz 2011 Çarşamba

Aylak Adam ' dan Alıntılar

Bu kitapta hayata ,düzene,gerçek sevgiye ulaşma umuduna ait o kadar etkileyici cümle var ki.İşte seçtiklerim :

“Ne yamansınız dökme kalıplarınızla; bir şeyi onlara uydurmadan rahat edemezsiniz.”

“Akşamları elinizde paketlerle dönersiniz.Sizi bekleyenler vardır.Rahatsınız. Hem ne kolay rahatlıyorsunuz.İçinizde boşluklar yok.Neden ben de sizin gibi olamıyorum?Bir ben miyim düşünen?Bir ben miyim yalnız?”

“Tutamak sorunu dedim. Dünyada hepimiz sallantılı, korkuluksuz bir köprüde yürür gibiyiz.Tutunacak bir şey olmadı mı insan yuvarlanır. Tramvaydaki tutamaklar gibi. Uzanır tutunurlar. Kim zenginliğine tutunur; kimi müdürlüğüne; kimi işine,sanatına. Çocuklarına tutunanlar vardır.
Herkes kendi tutmağının en iyi, en yüksek olduğuna inanır. Gülünçlüğünü fark etmez. Kağızman köylerinden birinde bir çift öküzüne tutunan bir adam tanıdım. Öküzleri besiliydi , pırıl pırıldı.
Herkesin, “- Veli ağanın öküzleri gibi öküz, yoktur, ” demesini isterdi. Daha gülünçleri de vardır. Ben, toplumdaki değerlerin ikiyüzlülüğünü, sahteliğini, gülünçlüğünü göreli beri, gülünç olmayan tek tutamağı arıyorum:
Gerçek sevgiyi! Bir kadın. Birbirimize yeteceğimizi, benimle birlik düşünen,
duyan, seven bir kadın!”

“Eve gelirken on paket sigarayla bir deste kibrit aldı. Odasının ışığını yaktı.
Elindekileri karyolanın altına, boş bavula koydu. Çevresine bakındı.Yoktu.Oturma odasını da aradı.Orada da yoktu. Bunca lüzumsuz eşya vardı da, neden en gereken bir sigara küllüğü yoktu.Kadınlar da böyleydi.Dünyada gereğinden çok kadın vardı.Ama, yalnız bir teki yoktu.”
 
“Ertesi gün sıkıcı bir sabahla başlayacaktı.Kim bilir,iç sıkıntısı olmasa, belki insanlar işe gitmeyi unuturlardı.'İş avutur ,'derdi babası.O böyle avuntu istemiyordu.Bir örnek yazılar yazmak,bir örnek dersler vermek,bir örnek çekiç sallamaktı onların iş dedikleri….Kornasını ötekilerden başka öttüren bir şoför, çekicini başka ahenkle sallayan bir demirci bile ikinci gün kendi kendini tekrarlıyordu.Yaşamanın amacı alışkanlıktı,rahatlıktı.Çoğunluk çabadan,yenilikten korkuyordu.Ne kolaydı onlara uymak! “

“Ya insanlar?Onların yaşamasında her şey ayrıntı.Önemli olan yemek değil , yenecek yemeğin çeşididir ;giysi değil , giysinin çeşidi ; ayakkabının çeşidi. Günlerin adı bile.. Belli günlerde belli yaşamları vardır.Pazar günleri pazarlık yaşamalarını kuşanırlar, çarşambaları çarşambalık! Hep ayrıntılar!Paranın sayısı gibi.”
 
“İnsanlarda anlayamadığı bir şey de gazete okumalarıydı.Neden her sabah içlerini karartmak gereğini duyarlardı acaba?Futbol maçı hastalarınınkini anlıyordu.Ya ötekiler?Binlerce gazete satılıyor bu şehirde.Örneğin şu yaşlı adam!Yoksa Fatih’te iki ev yandı başlığını görüp’İyi,benim orada evim yok,’diye düşünebilmek rahatlığı için mi okur?Bir adam karısını öldürdü.’İyi etmiş.Kim bilir ne namussuzdu.’Çin’de isyan. ‘Beter olsunlar,kırsınlar birbirlerini.Bize dokunmasınlar da!..’Bu ‘biz’dediği daha çok ‘ben’değil mi?’Ben,benim,bana,beni!’”

“Araçları ,kullanılmaları gereken amaçtan sürekli olarak değişik amaçlar için kullanmak gösteriştir.Sağlam adamın elinde çevirdiği baston gibi.İnsan başını güneşten korumak için yapılan şapkanın kadın başlarında yarım limon kadar ufalması gibi.Bir yere çabuk gitmek için binilmesi gereken bisiklete,şortlu bacaklarla,caddede gezinti için binmek gibi.Züppeliktir bu,gösteriştir.”

“Kılığı düzgün bir adamın sokakta simit yemesi yasaktır.Bütün yasaklar gibi bunun da bir kaçamak yolu yok mu?Simidi kır,cebine sok.Tek elinle bir lokma koparıp,kimseye sezdirmeden ağzına at.Ama,ben dişlerim sağlamken ısıracağım.”

“…Ben Eli Paketliler sokağı diyorum.Komşusunun saygısını yitireceğinden başka sıkıntısı olmayanlar yaşar burda.”
 
“Kafasından geçene güldü. Duraktakiler dönüp baktılar. Kadının biri kaşlarını çattı. Sokakta kendi kendine sesli gülünemeyeceğini bilmeyen yoktu. ‘Ne adamlar be. Güldüysem güldüm, size ne?’Duramadı orda, yürüdü. Eve gitmeyecek. İçindeki 'sinemadan çıkmış kişi' yi öldürdüler. Sağ kalan sıkıntılı, kızgın. Hep ölçülü-biçimli mi davranmak gerek? Kim demiş? Başkaları onu eve gidecek sanırken o gidip bir meyhanede içecek.”

"Ben çoğu geceler içiyorum. Şakağımdaki ağrıyı duymamak için, iştah açmak için falan diyorum ama değil, biliyorum. Bir çeşit umutsuzluktan kurtulmak için. Belki kendi kendimden. İki çeşit içen vardır. Biri, benim gibi, kurtuluşu içkiden beklemenin utancıyla içer.Bir de şu çevrendekilere bak. Bunlar neden içiyorlar? Toplum içinde yaşamanın baskısını, yükünü hafifletmek için. Çekinmeden bağırmak, yüksek sesle gülmek için. Dışarda bağırmak, kahkaha atmak yasaktır. Sokakta hiç gülmemek için burada gülerler. Böylesi az içer. Ya ben? İçiyorum da kurtulabiliyor muyum?Belki yalnız baş ağrısından."

“Nasıl kolayca söyleyiveriyor bunu.Sevmek!Kelimelere herkes kendine göre bir anlam, bir değer veriyor galiba.Bu değerler aynı olmadıkça iki kişi iki ayrı dil konuşuyorlarmış gibi olmuyor mu? “
 
"İnsan kendine uygun olmayanı bağışlamaz.Biz hoşgörüsü olmadığını bile bile, başkalarında kendininkinden ayrıyı bağışlamaya çalışana hoşgörülü diyoruz"

“Neredeydi insanlar?Onlar yalnız evleri yanarken dışarı uğrarlardı.”

“Bir şey var ,ama eksile eksile var.”

 “Beni anlasa o da benimle aynı düşü görse!..”

“Şimdi ben ona yokum.Olsun.Uykudaki yokluk gibi bu,geçici.Uyanınca ona daha çok varım”
 
“Herkes onun gibi değil miydi?En az umutlanmaları gerektiği zamanlar en çok umarlardı.”

“Neden insanlar susmayı bilmiyor.”

“Yemeğe,yemeğe.Canım istemiyor desem başıma toplanırlar.Kadınların neden evlendiklerini anlıyorum.Yalnız kalabilmek için.”

“Arkasındaki çocuklar güldüler.Böyle içten yalnız çocuklar gülebilir.Bir de deliler…”

"... hep bu masada buluşmasınlar istiyordu.Alışmaktan korkuyordu.Böyle giderse bu masa sevgilerinin kutsal yeri olacaktı. Bir yerleri olması kötüydü.Sonra insan kendinin değil, o yerin isteğine uygun yaşamaya başlardı."

"Yüzüne baktıkça ona sarılmaktan çekiniyordu. İçini böyle çırılçıplak açan birinin, artık bunları gören insanı sevemeyeceğini sanıyordu. 'Beni bırakırsa, bunları anlattığı için bırakacak' diye düşündü.''
 
“Güçlüğü umutsuzca zorlamak bile güzeldi.”
 
“Yoksa her şey ben olmadığım zaman ,benim olmadığım yerlerde mi oluyordu?”
 
“İnsanlar haksızken daha çok bağırırlar.”

“Belki daha iyisine ulaşmak elimizde değil.”

 “Dilencinin niye beş gün gelip iki gün gelmediğini,niye hep bu vakit burada olduğunu artık biliyordu.Güldü.Yaman adamdı bu dilenci.İnsanların işten dönerken ucuza huzur satın aldıklarını biliyordu.”

“Konuşan iki adam ayrılmak üzereydiler.El sıkıştılar.’Çıkarın şapkalarınızı!’Çıkardılar.İnsanlardan yenilik beklemek saçmaydı.”

"Konuşmam yetmiyormuş gibi düşünmeye de başladım. En kötüsü buydu. Çoğu insan gibi düşünmeden konuşsaydım kimse bir şey demeyecekti; ama ben düşündüğümü söylemeye kalktım..."

“Her zaman ,önünde yürüyen kadının yüzünü görmeden,güzel olup olmadığını karşıdan gelen erkeklerin gözlerinden anlardı.Güzelse,onu geçtikten sonra dönüp tekrar bir daha bakarlardı. ”

"Sevgi dedikleri bu iç karışıklığı,bu özlem mi yoksa?"
 
“Hep para verip rahatlayacaksın!Ne yapayım ya?İnsanların en kolay anladıkları onun dili değil mi?”
 
“-Senin aradığın kadın dünyada yok,dedi.
-Var!O olmasaydı ben olmazdım.”

 “Sana bakmayı biliyorum ben.”

“Bir gün dünyada dayanılacak tek şeyin sevgi olduğunu öğretecem”

“Asfalta kusmak ,işte yirminci yüzyıl.”
 
“-Merhaba,dedi.
Der demez pişman oldu.Kadın durmuş ona bakıyordu.Sol elini cebinden çıkarıp kulağını kaşıdı.Kadın,
-Sizi tanımıyorum,dedi.
Buna verilecek karşılık belliydi:’Öyleyse tanışalım,’deyip kadının koluna girmesi,’Ne soğuk.Sıcak bir yere girip bir şeyler içsek,’demesi gerekiyordu.Kolaylıklardı bunlar.Kadın bunları bekliyordu ondan.Oysa,
-Ben de,dedi.”

" Adınız Güler, değil mi?
- Ben daha sizinkini bilmiyorum.
-Öğreneceksiniz.Bence insanın adı onunla en az ilgili olan yanıdır.
Doğar doğmaz, o bilmeden başkaları veriyor.Ama yapışıp kalıyor ona.
Onsuz olamıyor. (Sustu.Bir sigara yaktı.)Bakın, şimdi adımdan daha önemli bir şey biliyorsunuz:Sigara içtiğimi.
İşte bir başkası:
Bütün bu ‘siz’ler, ‘iz’ler, ‘uz’lardan sıkılırım ben.Yapmacık, fazlalık gibi gelirler bana.İkinci konuşmamda ‘sen’ diyemeyeceğim biriyle bir daha konuşmam.
Ne dersin (iz)?
-Galiba sizi anlıyorum.
-Yanılıyorsun.’Siz’ anlanamaz, ‘sen’ anlanır.Bazı kitaplarda ‘sizi seviyorum'u okuyunca gülerim.Sanki ‘siz’ sevilirmiş!’Sen’ sevilir, değil mi?
-Seni anlıyorum(Kızardı.)”

“En yakınlarına bile siz diyenler tanırım.Üstelik onları sevdiklerini de söylerler.İnanılır mı onlara?Kibar görünme yapmacığı değil de nedir bu?”
 
“Doğru, hep başkayız.Ayak bastığımız her yer dünyanın merkezi oluyor. Her şey bizim çevremizde dönüyor..’”
 
“Sokak sinemadan çıkmayanlarla dolu;asık yüzleri ,kayıtsızlıkları,sinsi yürüyüşleriyle onu aralarına alıyorlar,eritiyorlar.”
 
 “İnsanları yalan söyledikleri zaman dinlemeyi severim. Olmak istedikleri, olamadıkları ‘kişi’yi anlatırlar.”


1 Temmuz 2011 Cuma

Aylak Adam

Tutunamayanlar'ın romanı.Çoğu kişiye göre Tutunamayanlar'dan önce Aylak Adam vardır..

Roman çok özgün bir anlatımla yazılmış.Sürükleyici bir kurguya , toplumla ilgili güçlü tespitlere sahip, modern zaman insanlarıyla, toplum-kişi çatışmaları, kadın-erkek ilişkilerindeki tutarsızlıklarla ilgili birçok eleştiri mevcut.Yazarın o dönemde yaşamını köyde sürdürüp şehri ve şehirli insanı böylesine güzel analiz etmesi de ilginçtir doğrusu..

Roman her şeye karşı olan, ne iş yapıyosun sorusuna Aylak'ım diye cevap veren, farklı olmak adına kalıpları, kuralları,rutinleri reddeden,düzene inat özgürlüğüne düşkün, günlerini sokaklarda hayalindeki kadını arayarak geçiren,aradığını bulacağına dair hep umut taşıyan,geçmişi ve şimdiyi birlikte yaşayan ,belki de hepimizin içinde biraz var olan,dışarı çıkaramadığımız bir hayatın hikayesi.

İlk bakışta kitapta özneler birbirine karışmış gibi görünebilir.Bu yüzden ilk olarak size roman kahramanlarını tanıtmakla başlayayım.

C'nin babası: Yaşamadığı için romanda onu C.nin bahsettiği olaylardan tanımaktayız.Komisyonculuk yapar.C.hep ona benzemekten korkar.Babası kadın düşkünüdür. Hizmetçilerle gönül eğlendirir.Evde en sık değişen şey hizmetçilerdir. Çocuğuyla ilgilenmez.Akşam yemeklerine nadir olarak gelir.O yemeklerdeki sessizlik te zaten çok sıkıcıdır.
Zehra Teyze:C.annesini bir yaşında kaybettikten sonra teyzesi Zehra tarafından büyütülür.Mavi gözlüdür.Aslında C.başkalarında onu arar.Sevgililerinin mavi gözlü olması belki bundandır.C.’nin babasıyla ilişkisi vardır.
B: C'nin sürekli aradığı kişidir. Sami'nin ablasıdır.Mavi gözlüdür.Yüksekokul örencisi ve Güler’in arkadaşıdır.
Ayşe: C nin ayrıldığı sevgilisi. Ressamdır.İnsan resmi yapmaz.
Güler: C. bir dönem aradığını sandığı kişinin Güler olduğunu düşünür.Gözleri koyu mavidir. Fakültede öğrencidir.B.’nin en yakın arkadaşıdır.Geleneksel bir aile yaşantısı vardır. Hayalinde evlenmek,çoluk çocuk sahibi olmak arzusu vardır.Bu yönüyle C.’den ayrılır.
Sadık: C'nin ressam arkadaşıdır.Resim atölyesi ve öğrencileri vardır. Orada hocalık yapar.
Sami: B'nin kardeşidir. C'nin her zaman gittiği resim atölyesinde Sadık’ın öğrencisidir.Yeteneklidir.C nin de bir portresini yapar.Portrede C.nin ruh halini o kadar iyi yansıtmıştır ki.Sürekli kulağını kaşıyan C.’nin elini resimde bir ikilem içinde havada çizmiştir.  
Erhan : B’nin ayrıldığı sevgilisidir.
Necmi, Fatma, Selma : Atölyedeki diğer öğrencilerdirler.
Şaşı hayat kadını: Sinemaların loca bölümünde anlaştığı müşterileriyle takılan bir hayat kadınıdır. C onu teyzesine benzetir. “ Şaşı kadın karmaşık yollardan bana Zehra teyzemi getiriyordu. Dizinde yatarken yalnız benim bildiğim kokuyla dolu, kimi duran , kimi kıpırdayan dudaklarına bakardım. Arada eğilir, ben büyük , inanılmaz bir şeyler olacağını beklerken salt burnumun ucunu öperdi. Yüzü bana inerken gözleri şaşılaşırdı.”
Aktör: Aylak adamın meyhanede karşılaştığı bir aktör. Çok konuşan biri.
Selim: C. Ayşe ile Selim’e yolda rastlamış ve Ayşe’nin sırf yüzü kızardığı için kendisini Selim ile aldattığını düşünmüştür.
Haluk: Ayşe'nin eski sevgilisidir.
Kemal: Paris’e gidip dönen ,Ayşe ile olan ressamdır.C’nin evinde yan yana duran tablolardan biri Ayşe'nin diğeri ise Kemal'indir.
ve
 
C:Romanın başkahramanıdır.Adı yoktur.Romanda C.olarak geçer .Belki de Yusuf Atılgan kahramanının bir adı olmayışını şu sözleriyle açıklar.“Bence insanın adı onunla en az ilgili olan yanıdır.”
28 yaşında annesi bir yaşındayken ölmüş,teyzesi Zehra tarafından büyütülmüş,babasının teyzesine sarkıntılık ettiğini gördükten sonra babasından nefret eden ve ona benzemekten çok korkan,aslında O’na benzeyen,babasının şamarıyla kulağı yırtıldıktan sonra sürekli sol kulak memesini kaşıyan,garsonları hiç sevmeyen,onları sırnaşık gören,onlara çok nadir bahşiş veren (genellikle sırnaşık olmayıp konuşmayanlara bahşiş veriyor),bir mekana gittiğinde artık o mekanın müşterisi gibi davranıldığında bir daha o mekana gitmeyen,pazarlık etmeyen,toplumun anladığı para dilinden konuşan,sırf kafasındaki dünyaya bulaşmasınlar diye bir şeyin fiyatını sormadan parasını fazlasıyla veren,sokak adlarını toplayıp bunlar üzerinde düşünen bir süre sonra  vazgeçen, hikaye yazmaya başlayıp gene vazgeçen bir şeye sürekli olarak devam edemeyen,dilenciye başka çeşit insanlar da olduğunu göstermek için ondan sigara isteyen sonrasında da “Ne öğrettim ona?Dünyada tanımadığı bir deli daha olduğunu.”diyen,insanları inceleyen ne iş yaptıklarını;onların kafasındakileri  tahmin etmeye çalışan,arkadaşlarıyla konuşurken bile sürekli kafasında etrafla olup bitenlerle ilgili bir hareketlilik olan, kalıplara karşı,alışkanlıklardan ,basmakalıplardan,eli paketli olmaktan korkan, her zaman itiraz edebileceği şeyler bulabilen,her şeye karşı, insanlara biçilen şablonlara,sürüye...İki kişilik toplum kavramını benimseyen,topluma kulak asmayan,kafasında tiyatrolar kuran, herkes hakkında istediği fikri yürütebilen, farklı anlamlar yükleyebilen,onlara  isimler,meslekler bulan, merakı gitmesin diye cebindeki şıngırdayan nesneyi bile yoklamayan,arkadaşları tarafından aylak olarak nitelendirilen ,ona göre zengin değil ama paralı olan,babasından kalan evler ve otelle geçimini sağlayan ,hep gerçek sevgiyi  tutunacak birini B.’yi arayan zor bir karakterdir.


Kitap dört bölümden oluşur.Kış,İlkyaz,Yaz,Güz.Ve bu dönemlerde C.’nin başından geçenler anlatılır.

C.bir yaşında annesini kaybetmiş,teyzesi Zehra tarafından büyütülmüş,teyzesini annesi yerine koyan belki bu yüzden babasıyla ilişkisi olmasına rağmen ondan nefret etmeyen onun yerine babasından nefret eden biridir.O’na benzemek istemez .Ama kadın düşkünlüğü,bacaklara olan korkusuyla babasına benzemektedir.Çocukluğunda babasına benzememenin kolay olduğunu ama büyüyünce kimsenin erkek yaratılmanın azabını onun kadar çekemeyeceğini söyler.Babası bıyıklı olduğu için bıyıklı insanları sevmez.Babası akşam çok nadir onlarla yemek yer.O babasının gelmeyeceğini düşünür onu görünce içinin karardığını söyler.Hep babasının dediklerinin tersini yapar.Babası bu çocuk okumaz,adam olmaz der O edebiyat fakültesine yazılır fakat 4 ay sonra bırakır.İş adamı olmalı der ;O aylak olur.Teyzesini ise kıskanç,bencil bir sevgiyle sever.

C., gününü kitap okuyarak, kahvehanelere, restoranlara, barlara giderek, film izleyerek, bol bol yürüyerek, ressam atölyesindekilerle sohbet ederek ve durmadan düşünerek geçirir.Vapurda ,tramvaydaki insanları inceler.Onlara meslekler bulur. C., toplumla uyuşamayan, ataerkil yapıya ait olamayan, iki kişiden kurulmuş toplumların “en iyisi” olduğunu düşünen ve bu uğurda ‘gerçek aşk’ı arayan; huysuz, sıkılgan, mutsuz ve ‘aylak’ bir adamdır. Romanın konu edildiği bir yıl boyunca C.’nin başından iki aşk macerası geçer. İlkinde üniversite öğrencisi ‘süssüz, sade’ Güler’den umduğunu bulamayan C., yaz aylarında gittiği pansiyonda karşılaştığı eski sevgilisi ‘ressam ve kişilikli’ Ayşe ile de olaylı bir aşk süreci yaşar. Ne var ki, C. aradığı gerçek aşkı bir türlü bulamaz.

Aylak Adam yani C. Kendi tabiriyle  hep bulunmayanı arar.Sokakta bir kızı öpüyor hemen acaba aradığım kişi mi diye düşünüyor.Karşı apartmandan bir perde kalkıyor.Yoksa O mu diye soruyor. Sırf bu yüzden tanımadığı kadınların peşinden gidebiliyor.Belki de tam O’na ulaşacakken basıp gidebilir.Şehrin uğultusunda O’nun ayak seslerini arıyor.Yürüyen oturan kalabalığın arasında “o”nu arıyor.Hatta polisin kuşkulanıp onu karakola götürmesini belki onu da getireceklerini bile düşünür.

Aradığı B.’dir.Romanda birkaç sefer karşılaşmalarına ramak kalmıştır.C.’nin erkek kardeşi Sami’nin C.’yi evlerine yemeğe çağırmasında,yan yana geçen iki tramvayda olmaları,B.sokakta kusarken,B.Güler’le ayrılıp ayrı yönlere giderken,Galata kulesi sokağında ve ilk defa bilmeden birbirlerinin ellerini sıktıkları Sami ile plajda karşılaştıkları gün..
 
B.ise tam tersine aradığını sevgilisi Erhan olmadığını biliyordur.Ama o da  olması için zorluyordur.

Aslında her ikisi de aynı çemberin içindedir.Ama bir türlü rastlaşamazlar.

C.aslında kadınlarda teyzesine benzer özellikler aramaktadır.C nin özellikle mavi gözlü bir bayan aramasının sebebi geçmişle ilgilidir. '' Annemi bilmiyorum . Ben bir yaşındayken ölmüş. Belki de teyzem, onun güzel, mavi gözlerinden bahsettiği için , bu gözleri gördüğümü sanıyorum. Mavi gözlerden hep hoşlandım.''

 Ayşe’den ayrıldıktan sonra B.yi bulduğunu sanarak Güler’in peşinden koşar.o da teyzesi gibi mavi gözlüdür.Ayşe’ye Güler’den bahsederken belki mavi gözlü olduğu için onunla dört ay ilişkim oldu diye bahseder.Gülerle arkadaşlıkları başlayınca Güler’in onu eli paketli yapacağını düşünür.Güler evlilikten yanadır. Güler de Ayşe de 'üç oda bir mutfak' yaşantısını benimsemiştir.C.gibi iki kişilik toplum olarak yaşama arzusu yoktur.Güler ile beraberken onun aile sınırları içine hapsedilmiş yaşamından sıkılır.Güler’in kendine göre olmadığını anlamıştır.Ayrılır.

Yazı geçirdiği yerde Ayşe’yi görür ve ilişkileri tekrar başlar. Ayşe’nin ailesi yurt dışındadır.Bu yüzden C.rahat; ama ailesinin döneceği zaman huzursuz olur ve kaçmaya çalışır. 

Sonunda Ayşe’nin ressam Kemal’le evleneceğini öğrenir.O gece Kemal ve Sadık’ın yanından aceleyle ayrıldığında B.’yi görür. B.otobüse biner.C.otobüsü kaçırır.Peşinden gitmek için bir taksi çevirmek ister.O anda çevirmek istediği taksi acı bir fren yapar.Neredeyse C.yi ezecektir.Taksici dışarı çıkar.C. taksiciyle kavga eder.Taksicinin burnu kırılmıştır.O sırada polis gelir.Polis ne olduğunu sorar.C. otobüse yetişecektim der ve ne söyleyecek ki.Susar ve şöyle der  :
"sustu. bundan sonra kimseye ondan bahsetmeyecekti. biliyordu; anlamazlardı!"

İşte roman son anda kaçırdğı fırsatla sona eriyor.O aradığı B.ile hayata tutunmaya çalıştıkça hayat,parmaklarının arasından kayıp gidiyor ve ve sonunda toplum aylak adamı sindiriyor.
Belki de O bulunmayanı bulmak için koşuyor.Oysa "O" bulundukça kaybedilen..

Kitabı bitirdiğinizde beyninizde şu cümleler uğulduyor :

İLK CÜMLE.. birden kaldırımlardan taşan kalabalıkta onun da olabilecegi aklıma geldi, içimdeki sıkıntı eridi..”
SON CÜMLE.. “Sustu. Konuşmak lüzumsuzdu. Bundan sonra kimseye ondan bahsetmeyecekti. Biliyordu anlamazlardı..”

 
 
Son olarak kadın erkek ilişkilerini anlatan bölümler dışında,hayattaki alışılmışın kolaycılığını,tekdüzeliği,sıradanlığı,her şeye belki kendisine de karşı olan insanları anlamamız, toplumun yabancılaşmış yüzünü görmemiz açısından önemli olan , psikolojik yabancılaşma ve yalnızlık temasını başarıyla işleyen bu romanı okumanızı tavsiye ederim.

Yazan : Öz.