24 Ekim 2025 Cuma

Rüzgârla Savrulan İncelikler ya da Sadece Otlar

 


Rüzgârla Savrulan İncelikler ya da Sadece Otlar

 

Şu videodaki otların önünden geçeriz çoğu zaman.

Hayatın telaşında onları hiç fark etmeden…

Bir yol kenarında, bir tarlanın ucunda, gözümüzün kenarında kalırlar hep.

Tıpkı farkına varamadığımız sessiz güzellikler gibi…

 

Oysa ben onları durup izlemeyi severim.

Rüzgârla savrulurken gökyüzüne uzanan narin başları,

Bir an birbirine çarpıp sonra kendi yalnızlıklarına dönmeleri…

Direnmeden, şikâyet etmeden;

Eğilip bükülür, sonra yeniden doğrulurlar.

Sanki rüzgârla kavga etmeyi değil, onunla konuşmayı seçmiş gibidirler.

 

İnsan böyle olamıyor işte.

Zamana, değişime, kendine direniyor.

Akışa değil, savaşa inanıyor.

Belki bu yüzden yorgunuz, belki bu yüzden hiçbir şeyi fark edemiyoruz.

Bir gün bitiyor, ardından bir diğeri geliyor,

Ve biz o iki günün arasına hiçbir anlam sığdıramıyoruz.

 

Dünya hızlı.

Bizler ise koşturuyoruz;

Hep bir yere yetişme telaşında, hep bir sonraki anın peşinde.

Adımlarımız hızlı, bakışlarımız kısa, düşüncelerimiz sığ.

Durmak artık lüks, güzellikler fark edilmiyor.

Fark etmek, unutulmuş bir sanat.

Bir rüzgârın sesi, bir gölgenin düşüşü, bir otun dansı…

Hepsi orada ama biz başka bir yerdeyiz.

 

Bir an durmayı denesek, bir nefes alsak,

Belki o otların dansını fark ederiz.

Belki de fark etmediğimiz şey, sadece otlar değildir; kendimizizdir.

 

O otlara bakarken bazen şöyle düşünüyorum:

Basit olan neden bu kadar uzağımızda?

Belki büyüdükçe karmaşıklaştık.

Daha çok şey istedik ama daha az hissettik.

 

Bir ot, rüzgârla birlikte eğilip kalkarken

Bize sabrı, esnekliği, kabullenişi anlatıyor aslında.

Toprakta kalmayı ama rüzgâra da izin vermeyi...

Hayatın sırrı belki tam orada gizli:

Direnmeden dimdik kalabilmek, kırılmadan eğilebilmek.

Ve belki de hayatın anlamı o sessizliktedir;

Bir otun rüzgârla anlaşmasında.

 

Bazen durup sadece izlemek gerek:

Bir otun rüzgârla dansını,

Bir anın kendiliğini.

Çünkü o anlarda dünya susar,

Ve insan nihayet duymaya başlar.

 

Ben duydum:

Belki de hayat, yavaşlayanların ödülüdür.

Bir otun dansını görebilenlerin.

 

Öz., Ekim 24, 2025

Video: Öz., 🌿Haziran 20, 2024. Yalova-Çınarcık


20 Ekim 2025 Pazartesi

Kendi Hâlinde Olmanın Zarafeti 🌿


İnsanlar güzelliği hep yanlış yerde aradılar.

Bir yüzün simetrisinde, bir bedenin ölçüsünde, bir etiketin ağırlığında...

Oysa ben, hiçbir zaman orada bulamadım güzelliği.


Gerçek güzellik ne aynalarda ne gösterişte ne de kalabalıkların alkışında gizlidir.

Ben hep başka bir şey aradım: kendi hâlinde olmanın sessiz zarafetini.

Sessiz ama anlam dolu, sakin ama derin bir varoluşu….

 

Kendine yeten, kendi işine bakan;

başkalarıyla yarışmayan, sessizce üreten, iç dengesini koruyan insanları.

Bir şey kanıtlamaya çalışmadan ışık saçanları…

İçlerinde gösteriş değil, sükûnet taşıyanları…

 

Bağırmadan var olan, parlamaya çalışmadan ışık saçan bir dinginlik...

Hep onlar bana çekici geldi;

çünkü hiçbir şey olmaya çalışmıyorlardı…zaten kendileriydiler.

 

Bir tür “Ben buradayım ama göz önünde olmam gerekmiyor” hâli.

O sakinlik, o içe dönüklük, bende saygı uyandırır.

Bilirim ki o insanın enerjisi dışarıya değil, kendi içine dönüktür.

Onu kendini kanıtlamaya değil; üretmeye, yaşamaya, düşünmeye harcar.

 

Güzellik, dışarıdan bakınca dikkat çekebilir belki,

ama benim için asıl çekicilik bu içsel duruştadır.

Bir yüz değil, bir tavır etkiler beni.

Kendini sessizce var eden bir insanın yanında huzur bulurum.

Kendi içine çekilen, ama orada bir dünya taşıyan o duruluk…

 

Ne rekabet vardır o hâlde ne gösteriş.

Sadece “olmak” vardır… Sade, derin, gerçek bir varoluş.

 

Gerçek güzellik, fark edilmek için değil,

kendin olabilmek için gösterilen cesarettir.

 

Ben artık o hâli seviyorum;

Dünyayla kavga etmeden, kendi içindeki sükûnetle güçlü kalmayı.

Kendimle barıştıkça, dünyanın gürültüsünden uzaklaştıkça,

güzelliğin en sessiz hâlinin aslında en gerçek hâl olduğunu fark ediyorum.

 

İşte tam da bu yüzden benim yolum sessiz.

Ama o sessizlikte bir denge, bir bütünlük var.

Kendimle konuşmayı, susarak anlatmayı öğrendim.

Bu asla bir kayboluş değil, bir dönüş.

Sesimi kısmadım; sadece sessizliğin dilini öğrendim.

Artık parlamayı değil, ışık olmayı seçiyorum.

Çünkü kendi içimde yandıkça dışarıyı aydınlatmanın yolunun oradan geçtiğini biliyorum.

 

Öz., Ekim 15, 2025


13 Ekim 2025 Pazartesi

Kendine Dönmek: En Uzun Yolculuk

 


Dün bir yazı okudum. Bazen bir sesin kelimeleri, insanın kendi sessizliğini de anlatır… İçinizde uzun süredir sessiz kalan bir yerin sesini duymanıza da vesile olur.

Belki aynı sessizliğin içinden geçen herkes gibi ben de birkaç cümle paylaşmak istedim.

Bana ilham veren ve sessizliği sevmeyi hatırlatan satırlara teşekkürle…

  .............          .................            ...................          

Kendine Dönmek: En Uzun Yolculuk

Bazen en büyük uyanış, kimsenin görmediği bir bahçede sessizce yeşerir.

Ne bağırarak ne savaşarak ne de kanat çırparak…

Sadece içeriye doğru bir adım atarsın ve dünya seninle birlikte susar.

 

Ancak bizler hayat boyunca ruhumuzun sessiz çağrılarına kulak vermek yerine büyümeyi ve iyileşmeyi hep dışarıda aradık: Birilerinin onayında, birilerinin alkışında, dünyanın gürültüsünde ve telaşında…

Sanki ne kadar dışarı bakarsak, o kadar var olacağız sandık.

Kendi sessizliğimizin derinliklerine dönmek yerine, gözlerimizi içimize çevirmekten sakındık, hep başka gözlerde var olmayı seçtik.

Sanki içimizdeki boşluk, dışarının gürültüsüyle dolacak sandık.

Sonra bir şey oldu. Küçük ama derin bir kırılma.

Bir yorgunluk, bir duraksama, bir “artık yeter” anı.

Meğer bütün yollar dönüp dolaşıp içimize varıyormuş uyanışı belki de.

İşte o an, dışarıdan içeriye bir kapı aralandı ve en uzun yolculuğumuz başladı.

Ve anladık ki asıl büyüme, sessizlikte olur.

 

Ama sessizlik, ilk başta korkutucudur.

Çünkü orada, tüm maskelerin düşer; karşında duran tek kişi, tüm kırılganlığın, tüm sırların ve tüm söyleyemediklerinle kendindir.

İçine döndüğünde, sessizlik de bir anda dar gelmeye başlar.

Çünkü içinde sakladığın her parça, artık çıplak ve gerçek hâliyle gözlerinin önüne serilir. Ve o an anlarsın ki, kendinle baş başasındır…

Maskesiz, savunmasız ama aynı zamanda gerçek ve özgür.

 

Bir süre sonra fark edersin ki; o sessizlik, bir boşluk değil.

Seni yeniden doğuracak kadar güçlü, seni yeniden inşa edecek kadar derin bir alanmış meğer.

Çünkü her yüzleşme, her dalgalanma, her susuş seni biraz daha köklendirir, biraz daha olgunlaştırır.

 

Bir sabah uyanırsın, kahveni sessizce yudumlarken fark edersin:

Artık kimseye yetişmeye çalışmıyorsun.

Hiçbir yarış kalmamış.

Sadece sen varsın, nefesin var ve o derin, huzurlu sessizlik…

Ve o anda anlarsın:

Büyümek, bazen bir çiçeğin güneşi bekleyişi kadar sade,

bir denizin kendi dalgasına teslim oluşu kadar sessizdir.

Bazen de toprağın karanlıkta kök salışı kadar görünmez ama kararlıdır.

 

İşte tam da bu yüzden kendine dönmek bir kaçış değildir. Aksine en cesur yolculuktur.

Çünkü dış dünyayı değiştirmeye çalışmak kolaydır; asıl önemli olan iç dünyanı görmek, kabullenmek ve sevmek… Kendini terk etmemek ve kendi hikâyeni sevmek. İşte bu gerçek bir uyanıştır.

 

Kendine dönmek dünyadan kopmak değil, aslında dünyayı kendi içinden yeniden kurmaktır.

Ve belki de en sonunda fark edeceğiz:

Gerçek olgunluk, artık kimseye bir şey kanıtlamaya ihtiyaç duymadığın anda gelir.

Sessizliğinle bile ışık saçmayı öğrendin ve artık kendi içindeki bahçede çiçek açıyorsun.

Frost’un da dediği gibi: “En iyi çıkış yolu, her zaman içinden geçmektir.”

 

Yazan:     Öz., Ekim 12, 2025

Fotoğraf: Öz., 11 Nisan 2024 Çınarcık/Yalova