24 Eylül 2011 Cumartesi

Ditto Donggam 2000

 Aslında film izlemeyi çok sevmiyorum.Sadece dram ve gerilim filmlerini seviyorum.Kitap okumak tercihimdir.Fakat bu günlerde Kore sinemasına merak salmış durumdayım.
Ditto Donggam'ı arkadaşımın tavsiyesi üzerine izledim.Beni çok etkiledi.Umarım siz de beğenirsiniz.Filmden biraz bahsedeyim
.Ama bence izlemeden önce okumayın :)

Yoon 1979 yılında yaşayan bir üniversite öğrencisidir.Donghee isimli başka bir öğrenciye plotonik olarak aşıktır.Donghee ise orduda görev yaptıktan sonra tekrar okula döner.Bir gün Donghee arkadaşlarıyla sınıftayken Yoon onu gözetlerken yakalanır. Ve koşarak amatör radyo kulüp odasına geçer.Utancından, orada bulunma sebebine bir bahane arayan Yoon, masanın üzerinde duran bozuk radyonun kendisinin olduğunu iddia ederek yakalanmaktan kurtulur.Donghee ise ordudayken Yoon 'un kendisine yazdığı mektuplar için teşekkür ederek ayrılır.
Sumni Hur ise Yoon'un en yakın arkadaşıdır.Bacağını kırdığı için hastanede kalmaktadır.Yoon hastane ziyaretleri esnasında Sumni Hur'a Donghee den hoşlandığından bahsetmiştir.
Yoon,eve götürdüğü radyonun bozuk olduğunu bilmemektedir. Zaten, elektronikle de ilgilendiği falan yoktur. Fakat bir gün radyodan bir genel çağrı anansu alır. Anonsu yapan, Ji In adında, kendi yaşlarında bir delikanlıdır. İkili radyodan konuştukça, garip birşeyin farkına varır: Yoon 1979 yılında, Ji In ise 2000 yılında yaşadığını iddia etmektedir.Her ikisinin de birbirine kanıt sunması ve Ji In‘in radyosunun, fişi çekikken de çalışması üzerine ikili bu durumu kabullenir.
Ji In ve Yoon radyoda konuştukça birbirinin sırlarını paylaşmaya başlarlar.Yoon okuldan birisine plotonik olarak âşık olduğunu söyler.Fakat ismini söylemez.Ertesi gün okuldaki gösteriler sırasında Donghee yaralanır ve Yoon'un en yakın kız arkadaşı Sumni Hur ile aynı hastanede kalmaya başlar.Yoon da onu görmeye hastaneye gider ve alçısını imzalar.Akşam Ji In le radyoda konuşurken plotonik âşkının alçısına imza attığını söyler.Ji In heyecanla anne babasının da bu şekilde tanıştığını,onun da babasının kolunu kırdığında annesinin imzasını attığını ve okulda çok popüler olduklarını hatta Yoon ile aynı dönemde okuduklarını söyler.Yoon ise heyecanla isimlerini sorar.Ji In'in yanıtı ise Donghee ve Sumni Hur dur.Yani biri plotonik âşkı diğeri ise en yakın kız arkadaşıdır.Bu cevaptan sonra Yoon tepkisiz kalır.Onları tanıdığını birbirlerine çok yakıştıklarını söyler.Ve radyoyu kapatır.O gece sabah olmasını beklemeden hastaneye gider.Donghee'nin odasına girer ve alçısında Sumni Hur'un imzasını görür.Sonra Sumni Hur ve Donghee arasındaki bağları hatırlar.Donghee'nin alçısına Sumni Hur'un imza atması,hastanedeyken bavulunu Sumni Hur la birlikte toplaması v.s.Bunları hayal ederken bilinmeyen bir suçluluk içine girer.Ertesi gün Ji In ile radyoda kaderini bulma hakkında konuşur ve Donghee ile bütün bağlarını koparır.Ji In artık Yoon dan haber alamamaktadır.Anne ve babasının yıllıklarına bakmak için evlerine gider.Donghee,Sumni Hur ve Yoon 'un birlikte çekilmiş fotoğraflarını görür.Babasının alçısında annesi Sumni Hur ve Yoon 'un imzaları yanyanadır ve yıllıklarda aynı sınıfta olduklarını görür.Ve Yoon'un platonik aşkının babasının ta kendisi olduğunu görür.Bunu farkedince çok rahatsız olur.Peki Yoon babasını seçseydi O'na ne olacaktı?Belki de Yoon kendi duygularını feda ederek bu iki adama geleceklerini vermişti..
Ji In Yoon'u araştırmaya başlar.Hayatta olduğunu,bir üniversitede İngilizce bölümünde profosör olduğunu ve hâlâ bekâr olduğunu öğrenir.Hemen Yoon'un çalıştığı üniversiteye gider.Dersten çıktığında Yoon karşısındaki kişinin Ji In olduğunu anlar biraz gülümseme biraz gözyaşı ile konuşmadan yanından geçer.Ji In radyoyu çalıştırarak onu gördüğünü söylemek ister.Fakat radyo çalışmaz.Böylece zamanlar arasındaki arkadaşlık ta sona ermiş olur.Yoon Donghe'nin onun kaderi olmadığıın düşünerek,her şeyin üstesinden gelmiş gibi hayatına devam etmektedir.
Siz de zamanlar arası bu filmde kader dediğimiz şeyi sorgulamaya başlayabilirsiniz :)
Filmden alıntılar :
-Erkek arkadaşın nasıl?
+Düşünüyorum da belki kaderimizde birlikte olmamız yazmıyor.
-Her şeyin birbirine kavuşması umulmaz ki.Yaşayıp gördükten sonra buna kaderimmiş denir,önceden değil.

Söylediğim gibi onun yazgım olup olmadığını bilmek istemiştim.Ama öyle olduğunu sanmıyorum. Bu yüzden kalbimden çıkıp gitmesine izin verdim.Ve çok çok uzun bir süre yürüdüm.Okulun her köşesini adımladım.Derler ki insanların bir kokusu varmış.Ve gittikleri her yerde bu kokuyu birakırlarmış.Koku yok olunca onlar da ölürmüş.Ama bazı insanların kokusu öldükten sonra bile kalırmış.Bazılarınınkiyse başkalarına geçermiş. Sonra her yere yayılabilirmiş. Onun kokusunu biliyorum. Gözlerim kapalıyken bile fark edebilirim.O ve ben. biz kesinlikle aynı duyguyu yaşıyoruz.Aynı kaderi aynı keyfi. Aynı kokuyu sürdürüp sonsuza dek yaşarız.Benim 1979'da hissettiklerim bu. 2000'deki senin de bunu hissedebileceğine eminim.

Filmin adı olan Ditto aynı demek.Alıntının son cümlesi "Benim 1979'da hissettiklerim bu. 2000'deki senin de bunu hissedebileceğine eminim."Yani aynı duyguları yaşıyorlar.Filmin adı belki de buradan geliyor.





31 Temmuz 2011 Pazar

KARANLIKTA (Was Dunkelheit War)

Kitapta ,kendisine bir türlü kimin miras bıraktığını hatırlayamadığı bir evde hasta yatağında yatan bir savaş suçlusunun karanlık geçmişi anlatılıyor.Kimi zaman şimdiki yaşamından kimi zaman geçmişten sürekli ayrıntılı tasvirler yapılmış.Bir üniforma ayrıntısı, makineli tüfek,sobada bir el,öksüren bir ses,bir namlu silueti,ayak sesleri,geçmişin derinliklerinden canlanan silik anılar,cevapsız sorular,yüzleşmeler,kendisine evi miras bırakanların , gecenin irkilten sesleri ve gölge misali bir yabancı...
Kim bu yabancı?Yaşlı adamın anılarının hiçbir köşesine yerleştiremediği tehlikeli biri mi?Yoksa bütün ömrü boyunca bastırdığı korkunç bir suçu ele vererek ete kemiğe bürünen öteki benliği mi?”

Aslında bunlarla yüzleşmek istemez,yaşadıklarından sıyrılmak ister .
Aradan çıkarması gereken,gözden kaçırmış olduğu bir şey gibi görürdü bunu.Hayali bir sınırdan,kendi varlığının sınırından ona doğru uzanan bir şey.İşte bu sınır,hep çok yakınlarda olmuştu,oysa uzun yaşamı boyunca kendisini bu sınırdan uzaklaştıracağını umut etmişti.Daha emin,ortalarda bir yere doğru.Başka pek çok kişinin daha bulunduğu bir yere doğru.”

Ve geçmişte yapmış olduklarından dolayı sürekli üşüyen bir adam.
Yaşadığı onca yaza rağmen ,bir şeyler hep kalmıştı.İçinde saklı,buz gibi,dokunulmaz ve soğuk bir çekirdek.”
..bu soğuğun sadece yıllardan beri kendi içinde hakim olmuş bir başka soğuğun karşılığı olduğu ve şimdi dışındaki soğukla içindeki soğuğun birleştiklerini hissetti.”

Kitap 2003 yılında Ingeborg Bachmann Ödülü'ne layık görülmüş.Fakat benim okumaktan zevk aldığım kitaplar arasında yerini alamadı.

Kitaptan Seçtiklerim :
Geçmişin tozu gözle görülmüyordu,onu silkelemek bir umut uyandırmıyordu.” 

Zaten geçmiş te geçmiş değil.”

Bir şeyi kendi isteğiyle yapmanın ne anlama geldiğini düşündü.Bir sonuca varamadı.Bir dizi durumun sonucu muydu?İnsanın,her halükarda yanlış veya daha da kötüsü , her halükarda anlamsız davranma baskısı olmadan kendi iradesini,kendi yargılama yetisini kullanmasına imkan veren bir şey miydi?Yoka tersi miydi,görünürde hiç seçme şansı olmasa bile insanın her an kendisinin karar verebilme iç özgürlüğü müydü?”

İnsan bu yeryüzüne geliyordu,yaşıyordu,ama zamanın nasıl geçip gittiğini hisetmiyordu ve sonunda yaşam bitiyordu ve hiçbir şeyi kavramadığımızı kabullenmek zorunda kalıyordunuz,en basit şeyleri bile kavramadığınızı.”

Az uyku,ince veya fazla bir yorgan gibiydi,insanın durup dinlenmeden ve tetikte kalarak çekiştirmesi gereken bir şey.Böyle bir uykuda ,huzursuzluk veren ve bir tehlikeye doğrudan işaret etmeyen bütün gürültüler,onları rüyanın içine çeken hareketlerle silkelenip uzaklaştırırlar,bu soğuk bir uykudur,insan ısınamaz,soğuktan titreyerek uyanır.”

Bir şeyleri aramaktan hoşlanmıyordu.Onu rahatsız eden,acil olarak ihtiyaç duyduğu şeyin elinin altında olmaması duygusu değil,o anda kendisine ait olan başka nesnelerin de bulunmaları gereken yerlerde bulunmuyor olabilecekleri ve böylece ipuçları gibi,kendi yokluğunda kendisi hakkında bir şeyleri ortaya koyabilecekleri ihtimaliydi.”

Karanlığın ne olduğunu anlamaya çalıştı , ne kadar amansız ve mutlaktı , hiçbir şey karanlığı yerinden kıpırdatamazdı. İnsan böyle bir karanlığın ancak çok küçük parçalarını aydınlatabiliyordu ,güneşin karşısında tüm ışık kaynakları gülünç kalıyordu. Çok güçlü lambaların bile sınırlı ışığı vardı.”


Öz.

29 Temmuz 2011 Cuma

MAHALLE KAHVESİ


Sait Faik Abasıyanık'ın Mahalle Kahvesi adlı kitabı Varlık , Yedigün, Büyük Doğu ,Yaprak ,Yürüyüş v.b.dergilerde yayımlanmış ya da hiçbiryerde yayımlanmamış 22 tane hikâyeden oluşuyor. En çok sevdiğim Dört Zait , Karanfiller ve Domates Suyu , Bir İlkbahar Hikayesi , Süt adlı hikâyeleri oldu.Dört Zait hikâyesi şöyle başlıyor :

Yolda bir cigara yakmak canınız istese,kibritiniz de olmasa ,gidip te kimden yakarsınız?Bir yol sormanız lazım gelse,kime sorarsınız?Bir kalabalığın toplandığı yerde ,ne oldu acaba,diye kime dersiniz?Ben öyle adamlardan biriyim.”

Ben de bu soruların cevaplarını önceden hiç düşünmemiştim.Kendimize yakın gibi hissettiklerimize mi soruyoruz , bizden farklı olanlara mı ya da kime rastladıysak O'na mı? Yazar bu soruları sorduğumuz kişileri psikolojik ve fizyolojik olarak incelediğimizi düşünüyor.Ama hikâyenin sonu başka bir konuyla birleşiyor.
İyi okumalar dilerim..

Kitaptan Seçtiklerim : 
Beyinin vapurdan iner inmez çantasını kapan uşaktan iğrenmeyi,sabahleyin altı buçukta tabiatla kavga için sokağa fırlayan adamın çalışmadığını kendi kendime öğrendim.Ama şu sabahleyin altı buçukta tabiatla kavga için sokağa fırlamayan adam,isterse akşama kadar insanları aldatmak için didinsin.Kaç para eder!”

Her şey,bütün insanlar seni bekliyor.Onların arasında oynadığın oyunu bitirmeye mecbursun.Yeniden doğulmaz.Doğsan bile n'olcak?”Seni iki senede,iki senede değil ,iki günde aynı insan ederiz.Aynı kendini düşünen ,aynı haris,aynı kıskanç,aynı kötü huylu ,aynı sarhoş ,aynı budala oluverirsin.Seni aynı hastalıkla yıkmak için elimizde her şey var.”

Şu ömrü mevsimlere benzetenler iyi etmiş doğrusu.Herkesin bir ilkbaharı,bir yazı,güzü,kışı oluyor işte.İnsanın ilkbaharı,öteki hayvanlara bakarsak geç başlıyor.Bir at bir yaşında,hadi hadi iki yaşında ilkbaharındadır.Bir kuzu altı ayda koç olur.Ama insanoğlu ilkbaharını yirmisinden önce pek idrak edemez.Yirmiden evvel idrak edilen ilkbahar,bir yalancı ilkbahardır.”

Bu şehirde düşünülemez.Düşünmek iyi değil,sıhhate muzurdur.Allah'ı bile düşünemezsin.Düşündün müydü karşına O'nun namına iğrenç mecmualar,nefesleri yırtık para kokan şairler,ölü bekleyen imamlar çıkar.Avaidini isterler”

Bütün iyilikleri ,bütün dostlukları ,tulumba gibi emeriz.Sonra dostluklar,iyilikler de kuyular misali kurur.”

Şu uyku insanın sevgilisi gibi bir şey,gelmeyince sinirlendiriyor.”

Birden her günkü hayatın deli gömleğini sırtımda düğümlenmiş buldum”
  
İşsizlik insanı yorar.”

Öz.

27 Temmuz 2011 Çarşamba

YERALTINDAN NOTLAR KİTABI'NDAN ALINTILAR

"...her şeyi tam anlamıyla algılamak bir hastalıktır.İnsanın günlük yaşamı içinde yalın bir anlama gücü,XIX.yy aydınının anlayış gücünün yarısı,hatta dörtte biri bie yeterlidir...Yani insanlar sıradan kişilerin ve işini bilenlerin anlayışıyla yetinmelidir.

"Kolay kazanılmış bir mutluluk mu?Yoksa insanı yücelten acı mı daha iyi?"

"Acı duymak anlamanın tek kaynağıdır."

“Belki de insan yalnızca refahtan değil,acıdan da aynı ölçüde hoşlanıyor.Hatta acının mutluluk kadar yararlı olduğu bile düşünülebilir.İnsanın , zamanı geldiğinde , acıyı tutkuya varan derecede sevdiği de bir gerçektir.”

“Benim kişisel düşünceme göre,yalnızca refahı sevmenin biraz ayıp yanı bile vardır.İyi mi kötü mü olduğunu bilmem ama bazen bir şeyleri kırıp dökmenin bile kendine özgü bir tadı olabiliyor.Bu açıdan,ne yalnız başına refahı,ne de yalnız başına acıyı yeğlerim...Acı,kuşku ve inkar demektir...Bununla birlikte ,insan gerçek acıyı tatmak istediğinden,çevresinde bir kargaşa yaratmak,yok etmek,dağıtmak hevesinden asla kendisini uzaklaştıramaz.Bizim manevi varlığımızın biricik kaynağı acı değil mi?”

“Doğa yasası olması gereken davranış acıyı azaltmaz,bilakis çoğaltır.”

“İnsanın gözü yalnızca kederi ve acıyı görür de mutluluğu fark etmez.Düşününce , mutluluktan da yeterince payımızı aldığımızı görürüz.”

“Bir kere olsun bilinçli olmayı bir yana bırakarak,nedenleri aramadan,derinliğine düşünmeden,gözü kapalı kendini bırak bakalım duygularının aklına.”

“Yağmur yağarken bir saray yerine bir tavuk kümesi görsem, ıslanmamak için oraya sığınırdım.Ama kümes, beni yağmurdan korudu diye de ona minnettar kalıp,saray gibi göremem doğrusu.Şimdi ; bana gülerek, böyle bir durumda kümesle sarayın arasında bir fark olmadığını söyleyeceksiniz.'Evet, yaşamda tek amacımız ıslanmamak olsaydı söylediğiniz doğru olurdu' diye cevap veriyorum size.”

“İçimdeki duygularım hep beni izlediler.Ortaya çıkmak için zaman ve fırsat arıyorlardı;ama bunlara izin vermiyor,özellikle engelliyordum.”

"Ben gerçekten kötü bir insan değilim.Ne aksi bir adamım ne uysal; ne namuslu, ne alçak, ne de onurlu biriyim. Ne kahramanım, ne de bir korkak.Hiçbir şey olamadım."

“Ne herhangi bir kişiye benziyordum,ne de herhangi biri bana.Ben tek başımaydım,onlarsa hep birlikteydiler...”

“Siz insanı eski alışkanlıklarından vazgeçirmek ,onun iradesini bilimle , sağduyuyla uzlaşacak biçimde düzenlemek istiyorsunuz.Ancak insanların değişmesinin yalnızca olanaklı değil, aynı zamanda zorunlu olduğunu nereden biliyorsunuz? İnsan iradesinin böylesine düzeltilmeye gereksinmesi olduğu konusundaki kararınızı neye göre veriyorsunuz?Kısacası , böyle bir düzeltmenin insana gerçekte yarar sağlayacağına nasıl karar verdiniz?Aklın ve matematiğin desteklediği,gerçek ve normal çıkarlara karşı gelmenin ,insan için hep yararlı olduğuna,bunun hepimiz için bir yasa sayılacağına neden inanıyorsunuz?”

"İnsan olmak için neden çabalıyoruz ki...İnsanın etiyle kemiğiyle,kanıyla bir genelleme yapıp,sonra da içinden çıkamıyoruz.'Genel bir insan'anlamını bilmeden,ne olduğu belli olmayan bir şey için çalışıyoruz .Gerçekte insanlar ölü doğmuştur.Uzun zamandır canlı olmayan babalardan çoğalıyoruz.Bu durumdan zevk alıyoruz.Bir fırsatını bulsak,neredeyse beynimizdeki fikirlerden ve düşüncelerden doğmayı gerçekleştireceğiz."

“Akıllı insanların bir baltaya sap olamayacaklarını ve yaşamda başarılı olanların sadece aptallar olduğunu düşünerek avutuyordum kendimi.XIX.yüzyılın insanı öncelikle iradesiz olmalıdır,hatta buna zorunludur.Becerikli ,iradeli bir insan oldukça dar kafalıdır.”

“Bütün güzel ve yüce şey'lerin inceliğini kavramaya hazır olduğumda,evet böyle zamanlarda,bunları hissedeceğime gereksiz,saçma sapan davranışlarda bulunuyorum...Nniçin ben iyilik, güzellik, yücelik gibi şeyler konusundaki anlama gücüm arttıkça, bataklığa daha çok gömülüyor ve boğulacak duruma geliyordum?”

“Sizlerin içinde bulunduğunuz kötü duruma rağmen , başka türlü olamayacağını ,değişemeyeceğinizi,dahası,bunun için zamanınız ve inancınız olsa bile,bunu istemeyeceğinizi anlamanın doyumsuz tadıdır bu.Ayrıca değişmek isteseniz de sonucu etkilemez ;çünkü sizin için başka çıkış yolu yoktur.”

“Üzüntüden,kederden ileri gelen ama kederin ve insanın içinde bulunduğu durumun güçlüğü oranında tadı artan bir zevktir.”

“Her kişinin anılarında sadece dostlarına söyleyebileceği,herkese açamayacağı yanlar vardır. Hatta dostlarına bile söylenmeyecek olan,insanın yalnızca kendisine söyleyebileceği sırlar da olur.Bunların dışında insanın kendine bile açamayacağı sırlar da vardır.Bunların , sahibinin onuru ölçüsünde artacağını söyleyebiliriz.”

"İşte, ben yapmacıksız bir insanı; onu özene bezene topraktan yaratan şefkatli bir doğa ananın görmek istediği gibi gerçek ve normal bir insan sayarım.Böyle bir insanı korkunç derecede kıskanırım. Yani böyle bir insan aptaldır!" 

“Kendisini aşağılamaktan hoşlanan bir insanın kendi özüne saygısı kalır mı?”

“Ben yaşadığımı anlamak için kendi kendime bir çeşit yaşama oyunu oynar,serüvenler uydururdum.”

“İnsanın adalet yerini bulsun diye öç almak istediği söylenir.”

"İki kez de böyle aşık olmayı denedim ve bu yüzden olmadık acılar çektim. Kalbimin bir köşesinde bu acıya inanamazlık, hem de bu acıyla alay etmek yeşerirken, yine de acı çekmeyi sürdürdüm. Üstelik sırılsıklam bir aşık gibi kıskanıyor ve kendimi kaybediyordum.Bunun tek sebebi can sıkıntısıydı."

“Sistemlere ve bazı soyut kavramlara öylesine bağlı olan insan mantıklı olabilmek için, gerçeği bile rek değiştirmeye, gözlerini ve kulaklarını kapamaya razı olur.”

“Uygarlık neyimizi yumuşatmıştır ki?Uygarlığın insanlarda duyguların çeşitlerini çoğaltmaktan başka bir işe yaradığı yok.Oysa duyguların çeşitlenmesiyle birlikte , bir de bakıyorsunuz ki insanlar kan dökmekten daha çok hoşlanır hale geliyorlar.”

“Kişi uygarlığa bulaştıkça eskisinden daha iğrenç olmasa,daha fazla kan dökmese bile,daha kötü can aldığı bir gerçektir.Eskiden insanlar hak için kan dökerler,bu yüzden rahatça birbirlerini öldürürlerdi.Çağımızdaysa , insanı öldürmek suç sayıldığı halde yine de cinayetlerin ardı arkası kesilmiyor.”

“Tüm isteklerimizin ve kaprislerimizin de formülü bulunursa?Daha doğrusu,bunların temellerine,hangi yasalarla oluşup geliştiklerine,çeşitli durumlarda hangi yolları izlediklerine ilişkin kesin bir matematiksel formül ortaya çıksa...İşte o zaman,büyük bir olasılıkla,insan belki de hiçbir şey istememeye başlar;çünkü formüle bakarak istemenin ne tadı olabilir ki?Çünkü özgür isteği,iradesi olmayan insan istemeyi bilir mi?”

“Sözün gelişi, sana maymundan geldiğimizi kanıtlamışlarsa, bu gerçeği yüzünü buruşturmadan kabul edeceksin. Gövdendeki tek bir yağ damlasının senin için yüz binlerce hemcinsininkinden değerli olması gerektiği; erdem, sorumluluk, safsata, boş inanç denen şeylerin hep bu sonuca göre çözümlendiği kanıtlanırsa yine olduğu gibi kabul edeceksin, çünkü matematiğin ‘iki kere iki dört eder’ kesin sonucu vardır bunlarda. Hele bir karşı durmaya kalkın; ‘Aman efendim, nasıl karşı çıkarsınız? Bu, iki kere ikinin dört etmesi kadar açıktır! Doğa size danışmaz, onun sizin isteklerinizle, yasalarının hoşunuza gidip gitmediğiyle işi yoktur. Doğayı olduğu gibi, bütün sonuçlarıyla kabul etmek zorundasınız. Duvar duvardır ,taş da taş...’ diye bağırırlar. Aman tanrım, herhangi bir sebepten ötürü doğa yasaları ile iki kere ikinin dört ettiği hoşuma gitmiyorsa, bana ne bu yasalardan, bana ne aritmetikten? Duvarı delmeye gücüm yetmiyorsa, ‘ille deleceğim’ diye yırtınmam elbette; ama önümde yıkmaya gücümün yetmediği bir taş duvar bulunmasına da razı olamam.”

“İnsanın kasıtlı ve bilinçli olarak zararlı,anlamsız hatta son derece ahmakça bir isteğe kapıldığı tek bir durum vardır.Bu , ne kadar anlamsız olursa olsun,istemek hakkına sahip olmak,yalnızca akla uygun olan şeyleri istemek zorunda olmamak isteğidir.”

“İsteseniz de dilinizi çıkaramayacağınız,bütün bakışlardan uzakta ,nanik bile yapamayacağınız,sonsuza kadar ayakta kalacak camdan bir saraya inanmışsınız.Belki de bunları yapamayacağım için bu saraydan çekiniyorum.”

“İş çizelgeyle matematiğe dayanınca,ortada iki kere ikinin dört etmesinden başka bir şey dönmezse ,iradenin sözü edilebilir mi?İki kere iki,benim iradem karışmasa bile dört ediyor.İrade demek ,bu mudur?”

“Gururunuz yüzünden en küçük şeyleri bile sorun haline getirip,içinizde gerçeği çarçur ediyorsunuz.”

“Çağımızda , aklı başında olan her insan korkaktır,köle ruhludur ve ne yazık ki böyle olmak zorundadır.”

"Hiç kimseyle tek laf etmek istemezken; ani değişikliklerde bulunur, iş arkadaşlarımla konuşmak ve arkadaşlık etmek için neredeyse can atardım. Onlara duyduğum bu soğukluk birden ortadan kalkar, sevgiye dönüşürdü. Kim bilir, belki de bu duygular gerçekte yoktu, belki de kitaplardan kapma yapmacık duygulardı."

"En bayağı ve en aşağılık insanların aynı zamanda namus timsali olarak kalabilmeleri ancak bizim ülkemizde mümkündür!"
“Onu kurtaracak , uçurumların derinliklerine yuvarlanmaktan koruyarak yeniden yaşama dönmesini sağlayacak olan biricik güç sevgiydi.”

“Utangaç , temiz yürekli insanlar kendilerini çözümlemek isteyenlere bir çeşit çekingenlik duygusuyla sığınır ve kendilerini saklayarak alaycı bir ifadeye başvururlar.”

'' Aslında benim ne istediğimi biliyor musun? Hepinizin canı cehenneme! Rahatlık, sakinlik istiyorum! Kendi huzurum için bütün dünyayı beş paraya satarım ben. Beni kıyametin kopmasıyla çaysız kalmam arasında bir seçime zorlasalar, dünyanın batmasını umursamaz, çayımdan vazgeçmeyeceğimi haykırırdım.''

“İnsan yaşamı boyunca bir kez , o da bir bunalım sırasında içini döker. ”
“Hareketlerimde başkalarınınkinden farklı bir yön çizeceğim diye ödüm kopuyordu.Fakat başka biri olmaya kim dayanabilirdi ki?”

"Bence iki kere iki dört yalnızca bir küstahlık. İki kere ikiyi yolunuzun ortasında külhanbey gibi duran, ellerini beline koymuş, her yana tükürükler saçan biri olarak düşünüyorum. Sonra da onun mükemmel bir varlık olabileceğini de kabul ediyorum ama her şeyi güzel görmeye başladıktan sonra, iki kere ikinin dört değil de beş olduğunu düşünmek ve bundan zevk duymak da olumlu olabilir." 

“İnsan gelgeç gönüllü,bir dalda durmayan yaratıktır.Belki de satranç oyunları gibi amaca ulaşmayı değil,amaca giden yolu sever.”

“Ben onu isteklerimde ve hayallerimde yaşatıyorum ya , bu bana da yeter;isteklerim var oldukça,o da var olacaktır.”

“Kalp birkez kırıldı mı, hiç kimseye aldırmaz ve hiçbirşeyi umursamaz. Belki mutluluğun sonu, ama huzurun başlangıcıdır bu. “

“Tam olarak anlama gücüne sahip bir insan kendisine saygı duyabilir mi hiç?”

“Yoksa dünyaya gelişimin tek nedeni,varlığımın bir yalan olduğu sonucuna varmak için mi?”

"..ama şuna iyice inanıyorum ki, değil fazlasıyla bilinçli olmak, bilincin her türlüsü hastalıktır.”

"Benim yaşam biçimim şudur:Sizlerin yarı yolda bıraktığınız şeyleri sonuna kadar götürmek yalnızca."